5 Ağustos 2013 Pazartesi

Hitit (Hatti) Kralı Suppiluliuma ve Kürtçe anlamı


Suppiluliuma'nın gözleri niçin faltaşı gibi?

Hitit (Hatti) Kralı Suppiluliuma'ya ait olduğu anlaşılan heykelin bir elinde mızrak, bir elinde başak figürü yer alıyor. Sakallı, bukleli saçlı, kollarında özel bileklikler olan heykelin üst kısmı sağlam bir şekilde bulunurken, alt kısmına henüz ulaşılamadı. Arka kısmında “Suppiluliuma” ifadesi bulunan ve bazalt taşından yapılan heykel, 1.5 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 1.5 ton ağırlığında. Heykelin en büyük özelliğiyse gözlerinin özel taştan siyah beyaz olarak yapılıp sonradan takılmış olması.

Wikipedia'da kendisinden "adı Hititçe olan ilk Hitit kralı. Şuppi Hititçe saf, luli ise kaynak anlamındayken; Şuppiluliuma, saf kaynaklı anlamı taşır." şeklinde bahsedilmektedir. (Rênas)
----------------------------------------------------------------------------
ARYA UYGARLIKLARINDAN KÜRTLERE (Akademîya Selahaddîn Mihotulî )
Hititçe (Nesilice) olan Suppi-luli-uma şeklindeki kelime gurubunu hititologlar Türkçe'ye şöyle tercüme etmişti:"Suppi (saf, temiz, beyaz), luli (çeşme, kaynak, suyun çıktığı yer), u'ma (etnok eki olup ait olmayı belirtmektedir.)" olup özel isim olması nedeniyle birleşik bir isim olarak Türkçe anlamı: "Bizim saf kaynağımız"dır. Aynı sıra ile bu kelimelerin Kürtçe karşılığı ise; "Suppi (sippî, sipeh: saf, beyaz, temiz), luli (lûle: su musluğu, su kaynağı, suyun çıktığı yer), u'ma (ê 'me, ê ma: bizimki) dır. Bu durumda "Suppiluliuma birleşik kelimesini meydana getiren sözcükleri Kürtçe olarak söylenirse, karşılığı "Sippî lûle' ê me/ma (yani: bizim saf kaynağımız)" oluyor. Birleşik isim olarak da Hittitçe-Kürtçe her iki dilde söylenirse; "Suppiluliuma = Sippîlûleyêma" oluyor ki hem anlam ve hem de fonetik olarak Hittitçe (Nesilice) ile Kürtçe'nin aynı olduğu görülüyor. (Kürt alfabesinde "ı" harfi yoktur; "i" harfi "ı" okunur.)

Arada görülen sesli harf tonları bir şive farkı niteliğinde olup olağanüstü uzun zaman ve mekan ayrıcalığından doğmaktadır. Gerçi üçbinbeşyüz yıl önceki bir dil günümüze kadar pek değişmeden aynen gelmesi bir çeşit mucizedir! Sanırım Allah parmağını inkarcıların gözüne sokuyor!"Suppiluliuma (Kürtçe: Sippîlûleyêma) yani Sippî/Sipeh lûleyê ma/me" Hittit(-Hatti) döneminde yazılmış kelime grubu, bugünkü Kürtçe’ye aynı şekilde bozulmadan gelmesi başka bir dil veya kültür içinde asla görülmemektedir. Sadece bu örnek bile Hittit(-Hatti)'lerin Kürtlerin atalarından olduğunu göstermeye yetmektedir.

ARYA UYGARLIKLARINDAN KÜRTLERE (Akademîya Selahaddîn Mihotulî )
--------------------------------------------------------------------------
Yukarıda kitabın ismi ve yazarın ismiyle başlayıp biten; başlangıcı ve bitişi çizgiyle ayrılmış bölümde kalan orta kısım alıntıdır... Yazının ilk bölümü ve buradan sonrası tarafıma aittir...

Meraklı ve araştırmacı bir kişi olarak Anadolu'da ve Mezopotamya'da benim de şahsen tespit ettiğim Kürtçe bir çok isim var. 

Bir Hatti Kralı Murşili isminin Kürtçe karşılıklarına bakacak olursak Mur-şili: Mır-şili: ölüm-yağdıran anlamına gelmektedir.

Hatti (Gelenlerin) Ülkesi'nin ("Hat-ti" Kürtçedir ve Türkçesi "Geldi-sen" demektir) başkenti "Hat-tu-şaş" kelimesi de Kürtçe olup kabaca Türkçe karşılığı "Geldi-sen-altı" dır. Krallardan "Hat-tu-şili"ise yine Kürtçe (Kırmanci) olup "Geldi-sen-yağmur" kelimelerinin karşılığıdır: Yağmuru getiren adam anlamına gelmektedir belki. 



X Hatti Ülkesi ne anlama gelir ve niçin Hatti yerine Hitit kelimesi kullanılmıştır?


Okudukça, öğrendikçe göreceksiniz ve anlayacaksınız ki, Kürtler... Anadolu'nun en eski halkı. Yaşı bilinmeyecek kadar eski... Dünyanın her köşesinde halklar yaşadı. Ama Mezopotamya'nın, Zağros'un ayrıcalığı var... Yazının keşfedildiği yer burası. Atın ilk ehlileştirildiği, ilk tekerleğin döndüğü, gökyüzüne ilkel teleskopun doğrulduğu, ilk destanın söylendiği, ilk şiirin yazıldığı, tanrı ve tanrıçaların beğenip seçip ilk ayaklarını bastıkları, aile hayatına karışıp çoluk çocuk sahibi oldukları, aritmetik, tıp, ticaret, dış ilişkiler, diplomasi, barış antlaşmaları, ilk türküler, ilk yontular, ilk mutfağın, tiyatronun yaratılması için insanlığa kucağını açmış bir yöre...  İşte bunların hepsinde Kürt halkının alın teri var...

Ve yine anlayacaksınız ki, 90 yıllık tc; soykırım, asimilasyon, zulüm, yakılan binlerce köy, binlerce faili meşhur cinayet, asit kuyularına atılan insanlar, işkence, bok yedirme, insanlık dışı kötü muameleler, t.c.avüz  ve  yasaklar dönemi sadece bu uygarlığı inşa eden kadim Kürt Ulusu'nun değil, insanlığın kapkara bir utanç lekesi olarak tarihin rezil sayfalarında yerini alacaktır. 

Suppiluliuma'nın zaten iri olan gözlerini niçin öyle açtığını merak ediyor herkes... 

İlk olarak günün birinde lavuğun biri çıkar da Hatti ülkesi halkına Eti diye isim takıp, Etiler Orta Asya'dan gelmiş demesin diye gözünü sahtekarların gözüne sokuyor sanki... Pardon elindeki mızrağı sokuyor...Bunun yanında, dünyanın ilk imparatorluğu olan Hatti (Hitit) İmparatorluğu'nun Kürt Kralı Suppiluliuma, kendi torunları olan; dünyanın ilk (şehir) devletini kuran atası Someriler'in soyu Kürt Ulusu'nun nasıl olur da böyle dilsiz, kimliksiz, bayraksız, devletsiz köle kıstırıldığına; halkına yapılan insanlık dışı kötü muamelelere aklı ermediği için düştüğü dehşet yüzünden gözlerini öyle faltaşı gibi açmış olmalı... Kürtlerin durumunu görünce gözlerine inanamamış besbelli...

Şaşırır mısınız normal mi karşılarsınız bilmem; Biz Kürtler yaptıklarınızı asla unutmayacağız!

Aşağıdaki Sümer tanrılarının gözlerine bakarsanız, Suppiluliıma'nın gözleri niçin heykelden ayrı olarak siyah-beyaz ve faltaşı gibi açık yapılmış anlaşılıyor; Hatti Ülkesi sakinleri Nesililerin yalnızca dili değil, bir çok dinsel ve kültürel yönleri de ataları Sümerler gibi de ondan! Bu  heykel de aşağıdaki Sümer tanrıları heykelleri de aynı insanların, aynı kültürün ürünü de ondan! 
(Rênas)


Büyütmek için resme tıklayınız!



20.Yüzyıl: Kürt Federasyonu - Kızıl Kürdistan - Mahabat Kürt Cumhuriyeti - AYŞE HÜR

Kürd siyasal hareketi, 19 Temmuz 2013’te ‘Rojava Devrimi’nin birinci yıldönümünü’ kutladı. Rojava, Kürdçe ‘Batı’ demek. Rojava dendiğinde Türkiye’nin Suriye ile sınır boylarının büyük bölümü anlaşılıyor. Bu kutlama, devlet katında büyük rahatsızlığa neden oldu diye düşünürken, Rojava’daki 16 Kürd örgütünden en etkilisi olan PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim Türkiye’ye geldi, Ahmet Davutoğlu ile görüştü ve ardından Suriyeli Kürdlerin Esad karşıtı cepheye destek vermesi halinde, Türkiye’nin Rojava’da demokratik özerkliği tanıma sözü verdiğini açıkladı. Bu açıklama “Bağımsız Kürd Devleti kuruluyor mu?” sorusunu tekrar gündemin birinci sırasına taşıdı. 
Dünyanın devletsiz en büyük halkı olan Kürdlerin neden bir ulus-devletlerinin olmadığının hikâyesini bir gazete yazısında anlatmak çok zor. Bu nedenle tersten gidip, Kürdlerin son asırda devletleşme yolundaki üç kısa deneyiminden söz edeceğim.

Şeyh Mahmud Berzenci’nin Kürdistan’ı
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Britanya ile Fransa’nın Ortadoğu’yu paylaşmak için imzaladıkları Sykes-Picot Antlaşması’nda Araplar ve Ermeniler hakkında hükümler vardı ama Kürdlere değinilmemişti. Savaş biterken, Britanyalı siyaset yapıcıları Kürdlere bağımsız bir devlet kurma fikrini tartıştı ancak Kürdlerin aşiret düzeyinde yaşadıkları, coğrafi ve toplumsal olarak bölünmüş oldukları, dolayısıyla kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadığı fikri galip geldi. Bağımsız Kürdistan’a, Musul-Kerkük’ü kendi hakkı gören Fransa da karşı çıktı. Buna Britanya’daki siyasal çatışma ve ekonomik sorunlarla, Ermeniler ve İran’la ilgili engeller eklenince Britanya siyaset yapıcıları, bağımsız ‘Kürd Devleti’ planlarını rafa kaldırdı. Bunun yerini federasyon planı aldı.

Berzenci’nin isyanı
1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını takiben Ali İhsan Sabis Paşa Musul’u İngilizlere terk etmeye razı olduktan sonra Binbaşı Noel, Süleymaniye’ye giderek, başta Şeyh Mahmud Berzenci olmak üzere Kürd aşiretleriyle bir Kürd federasyonu için anlaştı. Şeyh’e silah, mühimmat ve yüklüce bir aylık verilecekti. Ancak İngilizler, hayal ettikleri federasyonun aşiretlerin dinsel, ailesel ve tarihsel kavgaları yüzünden hayata geçmesinin güç olduğunu; Şeyh’in de kendilerini pek dinlemediğini görünce Şeyh’in yetkilerini kısıtladı. Bunun üzerine Şeyh Mahmud Berzenci, İran’dan bazı Kürd gruplarının yardımıyla 21 Mayıs 1919’da ‘cihat’ çağrısı yaptı, Süleymaniye’deki İngiliz birliklerini esir alıp bağımsız Kürdistan Hükümeti’ni ilan etti. İngilizlerin tepkisi sert oldu. 17 Haziran 1919’da Baziyan Geçidi’ndeki savaşta Berzenci güçleri ağır yenilgiye uğradı. Yaralı ele geçirilen Mahmut Berzenci idam cezasına çarptırıldı ama idamının yaratacağı toplumsal sonuçlar düşünülerek, Ağustosta Hindistan’a sürgüne gönderildi. Ayaklanmaya katılan Kürd köyleri havadan bombalanarak cezalandırıldı. İngilizler kendilerine yeni müttefikler aramaya koyuldu. Güney Kürdistan’da başarısız olan Binbaşı Noel şansını Kuzey Kürdistan’da denedi. Ancak Noel’in merkeze raporu bölgedeki Kürd aşiretlerinin ‘ulusal’ bir yapıyı taşıyacak güçte ve gelişmişlikte olmadığı yolunda oldu. 
Kürdler için ikinci şans 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Barış Antlaşması’yla doğdu. Antlaşmanın 62, 63 ve 64. maddeleri bağımsız bir Kürd devleti kurulmasına ilişkin kararlar içeriyordu. Ancak antlaşma, imzacı ülkelerin parlamentoları tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmedi. Dolayısıyla Kürdlerin devlet kurma hayali bir kez daha suya düştü.

Üçüncü şans, Kemalist hareketin İngilizlere karşı Kürd aşiretlerini yanlarına çekme politikalarının başarılı olması üzerine doğdu. İngilizler Eylül 1922’de Şeyh Mahmud Berzenci’yi Hindistan’dan getirip, Süleymaniye merkezli ‘Özerk Kürdistan’ın başına koydu. Ancak Şeyh âdeti olduğu üzere kendi başına hareket etmeye başladı. Bir yandan Kemalistlerin bölgedeki adamı Özdemir Bey’le, bir yandan da Necef ve Kerbela’daki Şii aşiretleriyle temas kurup, İngilizlere karşı bir ayaklanma örgütlemeye çalıştı. Hatta Ali Fuat Cebesoy’a göre, bir temsilcisini Ankara’ya gönderip İngilizleri bölgeden atmak için silah ve para yardımı talep etti. Ancak İngilizler Berzenci’yi hem entrikalarla hem de silahlı güç ile kontrol altına aldı. 1923’te Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye Musul’u dışarıda bırakarak bir anlamda bölgeyi İngilizlere terk etti. Britanya 1924 ve 1927’de tekrar başkaldıran Berzenci’ye son darbeyi 1930’da vurdu. Berzenci’yi 1931’de önce Nasıriye’ye sonra Bağdat’a sürdü. Berzenci 1956’da burada öldü.

Kürdistan'ın son Kralı Seyh Mahmud Berzenci ve Krallığı Hakkında ayrıntılı okumak isterseniz tıklayınız!

Lenin’in Kürdlere armağanı: Kızıl Kürdistan

Kürdlerin ikinci siyasi oluşumu, 1923-1929 arasında, bugün Azerbaycan’la Ermenistan arasında kan davası konusu olan Laçin, Kelbecer, Kubatlı ve Zengilan bölgesinde kurulan ‘Kızıl Kürdistan’ ‘uyezd’iydi. ‘Uyezd’ Sovyetler Birliği’nde özerklikten bir alt kademede bir idari birimdi. Bölgedeki Kürd varlığı bazı kaynaklara göre 9-10. yüzyıla, bazılarına göre 1600’lerin başında Safevi Hükümdarı Şah Abbas’ın, Osmanlı Devleti ile İran Devleti arasında bir tampon bölge oluşturmak üzere, Horasan’dan ve Musul’dan Kürd aşiretlerini bölgeye getirmesine kadar gidiyordu. 17. ve 18. yüzyılda bölge, Karabağ Hanlığı ve Erivan Hanlığı arasında kalmış ancak, daha çok Karabağ Hanlığı ile ilişkide olmuştu. 1805’te Kürekçay Antlaşması ile Rusya’ya bağlanan Karabağ Hanlığı, 1822’de ortadan kaldırılınca, Kürdler Rusya’nın hegemonyasına girmişti. Bu tarihten sonra, çeşitli nedenlerle bölgeye göç eden Kürdlere rağmen nüfus çok büyümemişti. 



Kafkasya’daki Kürdlere özerklik verme fikri Çarlık döneminde ortaya çıkmıştı ancak bunu gerçekleştirmek Bolşeviklere nasip oldu. 1918-1920 arasında Azerbaycan’daki Müsavat partisi iktidarı tarafından Ermenistan’a karşı kullanılmak üzere desteklenen Kürdler, 1920’den sonra, Azerbaycan’ın Bolşevik lideri Neriman Nerimanov’un da desteğini sağlamışlardı. 16 Temmuz 1923’te SSCB Komünist Partisi, ‘Kızıl Kürdistan Uyezdi’nin kurulmasına karar verdi. Uyezd, Laçin, Kelbecer, Zengilan, Kubatlı, Cebrail’in bir bölümünden oluşuyordu. Başa, Suşa doğumlu Azerbaycanlı Bolşeviklerden Gussi Gajiev geçirildi. Karar ilginçti, çünkü o tarihte Kürdler gerek nüfusça çok küçük bir gruptu, gerekse milliyetçi talepleri yoktu. 
Bazıları kararı Moskova’nın mikro milliyetçiliklerle bu önemli petrol bölgesini kontrol etme isteğiyle açıkladı. Azerbaycan kararı hevessizce karşıladı ama itiraz etmedi. Ermenistan ise o günlerde Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan’a kaptırdığı için olayı memnuniyetle karşıladı. Ancak Kürdlerin mutluluğu çok sürmedi. Lenin’in Kürdlere verdiği armağanı Stalin geri aldı. 8 Nisan 1929’da, Azerbaycan’da idari bölgeler sistemi değiştirildiğinde, Kızıl Kürdistan Uyezd’i ilga edildi ve toprakları Karabağ’a katıldı. 25 Mayıs 1930’da Laçin merkezli ‘Kızıl Kürdistan Okrug’u kuruldu ve Zengilan, Cebrail bölgeleri buraya bağlandı. (Okrug, uyezd ile otonom bölge arasında bir birimdi.) Ancak, tekrar karar değiştirildi ve 23 Temmuz 1930’da SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülke çapında özerk bölge statülerinin kaldırılmasına karar verdi. Böylece 6 yıllık ‘Kızıl Kürdistan’ tarihe gömüldü. 

Mahabad Cumhuriyeti 
Kürdlerin üçüncü siyasi oluşumu 1946-1947’de 11 ay yaşayan Mahabad Cumhuriyeti oldu. Mahabad, İran’ın kuzeybatısında, Türkiye ve SSCB sınırına yakın Urumiye Gölü’nün güneyinde yer alan yerleşimin adıydı. Bölgede çok eski zamanlardan itibaren kayda değer bir Kürd nüfusu vardı. 
İkinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında, Rıza Şah’ın Alman sempatizanlığı göze batacak kadar belirgin olduğunda, Ruslarla İngilizler el ele vererek ülkeyi işgal etmişti. Rıza Şah, 1941’de tahtı genç oğluna bırakıp Johannesburg’a gönderilmişti. 
İşgal yıllarında, SSCB kuvvetleri İran-Türkiye sınırında yaşayan Kürd aşiretlerinden Celali, Şikak ve Herkilerle ilişki kurmuş, hatta 1942’de bazı aşiret liderlerini Bakü’de ağırlamıştı. Bu sayede Kızıl Ordu’nun bölgede rahat hareket etmesini sağlamışlardı. 1943’te kısaca ‘Komela’ diye tanınacak Kürd gençlik komitesinin kurulması, sadece bölgenin eğil tüm Kürdistan’ın siyasi tarihini etkileyecekti. Sadece Kürd anne-babalardan doğan gençleri üye kabul eden Komela, gizli hücreler halinde Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye, Revanduz’da faaliyet gösteriyordu. Kerkük’teki petrol bölgelerini gözleri gibi korumaya çalışan İngilizler, örgütten rahatsızdı ancak müttefikleri olan SSCB, İran’daki azınlıkları (Kürd ve Azerileri) İran’a karşı örgütleyerek Nazilerin geçemeyecekleri bir güvenlik koridoru oluşturmayı aklına koymuştu. Nitekim kısa süre sonra Sovyet subayı Yüzbaşı Jafarov, üzerinde Kürd milli giysileriyle Mahabad’daki aşiretlere askeri eğitim vermeye başlamıştı. 

Duygulu opera gecesi
Bir süre sonra ilişkiler öyle gelişti ki, Komela’nın başvurusu üzerine SSCB bölgede ‘Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Cemiyeti’ni kurdu. Nisan 1945’te cemiyetin binası törenle açıldı. Açılış töreninde bir opera sergilendi. Operanın baş kahramanı olan genç kadın (anayurdu temsil ediyordu) üç düşmana (Irak, İran ve Türkiye) karşı yiğitçe duruyor ve nihayet üç oğlu tarafından kurtarılıyordu. Opera, izleyicileri çok duygulandırmıştı. Bunlardan biri bölgenin en önemli dini ve toplumsal önderlerinden olan Qazi Muhammed’di. Qazi Muhammed (Qazi Mihemed) o tarihe kadar Komela’nın gizli örgütçülüğünden ve Sovyet yanlılığından rahatsızdı. 
Bu tarihten sonraki olaylar çok hızlı gelişti. Sovyet istihbaratçılar, bölgeyi Azerilerle paylaşmaya razı etmek için, Kürd kanaat önderlerini Bakü’ye götürdü. Sovyet Azerbaycan’ı lideri Bagirov tarafından kabul edilen Kürd liderlere İran’daki komünist Tudeh partisi ve Komela kötülendi. Komela’nın Irak’ta İngilizler tarafından ele geçirildiği söylendi. Dönüşte Qazi Muhammed, Demokratik Kürd Partisi adıyla bir parti kurduğunu açıkladı. Kürdlerin demokratik özerkliğini tarif eden 12 maddeli parti bildirisine 105 Kürd lideri imza koymuştu. Yeni partinin kuruluşu Komela’yı sarstı, pek çok Komela üyesi yeni partiye geçti. Qazi Muhammed’in siyasi gücünü 1932 ve 1945’te İngilizlere iki kez yenildikten sonra Irak’tan ayrılarak Mahabad’a gelen Melle (Molla) Mustafa Barzani’nin 3 bin kadar silahlı adamı pekiştiriyordu. 
1945 yılının ekim ayında, Sovyetler’in planları uyarınca, İran Azerbaycanı’nda bir isyan başlatıldı. Azerbaycan Demokratik Partisi (ADP) İran Azerbaycanı’nının en önemli kenti Tebriz’i ele geçirdi. 11 Aralık 1945’te Azerbaycan Özerk Cumhuriyeti ilan edildi. Bunu 22 Ocak 1946’da Çarçıra Meydanı’nda Mahabad Cumhuriyeti’nin ilanı takip etti. 
Mahabad Cumhuriyeti Başkanlığına Qazi Muhammed seçildi. Önde gelen Kürd şefleri Sovyet ordusunun giysilerini giyerek silahlandırıldılar. Kürd şair Dildar’ın 1938’de Bağdat’ta hapisteyken Sorani lehçesiyle yazdığı ‘Ey Reqîb’ şiiri bestelenerek milli marş ilan edildi. Üstte kırmızı, ortada beyaz, altta yeşil, onların üstünde de 21 köşeli, sarı bir güneş olan milli bayrak seçildi. Meclis, genel ve zorunlu ilköğretim için karar aldı. Camilerde vaazlar Kürdçe verilmeye başladı. 
Her şey yolunda görünüyordu ama içten içe büyük gerilimler yaşanıyordu. Bazı aşiretler Qazi Muhammed’e karşı çıkıyordu. Barzaniler bile Gazi Muhammed hükümeti onları besleyemez hale geldiği için yollarını ayırmak istiyordu. İngilizler, Iraklı Kürdlerin Mahabad’ı ziyaret etmesini engelliyordu. Urumiye Gölü’nün batısındaki bölgede yaşayan Azeriler Mahabad Devleti’ne hiç sıcak bakmıyordu. Sovyet yetkilileri 1946’nın nisanında Gazi Muhammed’le Azerilerin lideri Cafer Pişravi’yi Tebriz’de bir araya getirdi, bir dostluk anlaşması imzalandı ancak bu sefer de Tahran’daki merkezi hükümetin itirazları şiddetlendi. Nitekim, 9 Mayıs 1946’da SSCB kuvvetlerinin İran topraklarından çekilmesiyle en büyük destekçisini kaybeden Mahabad Cumhuriyeti’ne nihai darbeyi İran ordusu vurdu. İran 15 Aralık 1946 günü Mahabad’a girdi ve 11 aylık Mahabad Cumhuriyeti’ni tarihe gömdü. 
31 Mart 1947’de Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed, Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Han Seyfi Kadı, Başbakan Hacı Baba Şeyh cumhuriyetin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda asılarak idam edildiler. Zero Beg ve Mustafa Barzani haricindeki tüm Kürd beyleri İran ordusunun emrine girmeyi kabul ettiler. Barzani Aşireti, Irak’a döndü ve bazı liderleri Irak’ta idam edildi. Melle Mustafa Barzani ise, Haziran 1947’de bazı aşiret mensuplarıyla birlikte Aras Nehri’ni geçerek Sovyet topraklarına (Bakü’ye) ayak bastı. 
Bugün oğlu Mesut Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Bölge Yönetimi’ne giden uzun ve sancılı yol ise ayrı bir yazı konusu... 

Qazi Mihemed'in Kürt Ulusu'na vasiyetini okumak için tıklayınız!

Özet Kaynakça: İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Alan Yayınları, 1990, M.S. Lazarev, Emperyalizm ve Kürd Sorunu (1917-1923), Çeviren Mehmet Demir, Öz-Ge Yayınları, tarihsiz; Kürdistan 1919, Daniel Müller, “The Kurds of Soviet Azerbaijan 1920-91”, Central Asian Survey, Vol.19 (2000), s. 41-77; Ezizé Ziyo Bedirxan, Kızıl Kürdistan, Çeviren: Hejare Şamil, Peri Yayınları, 2010; Necefkuli Pısyan, Kanlı Mahabad'dan Aras'ın Kıyılarına, Çeviren: Evdila Piştderî, Avesta, 2001; William Eagleton, Jr., The Kurdish Republic of 1946, Oxford University Press, London 1963; Archie Roosevelt, Jr., “The Kurdish Republic of Mahabad”, Middle East Journal, 1947,1 (July), s. 247-269.

Kürdistan’ın son kralı: Şeyh Mahmud Berzenci

Abdullah RAMAZAN - Serbaz SİYAMEND / Hewler - Diha
Federal Kürdistan Bölgesi’nde Birinci Dünya Savaşı yıllarında Şeyh Mehmud Berzenci, bağımsız bir devlet kurma girişiminde bulundu. 23 Mayıs 1919 yılında İngilizlere karşı isyan ederek kendi hükümetini kurdu, kendisini de Kürdistan Kralı ilan etti. İngilizlere karşı başlatılan halk isyanı daha sonra genişleyerek yayıldı.

Şeyh Mahmud Berzenci’nin şeceresi sırasıyla Şeyh Said, Şeyh Kake Ehmedi, Şeyh Marife Nodêyî, Şeyh Hîsa, Baba Ali Hemedani’dir. Berzenci, 1878 yılında Süleymaniye’ye bağlı Berzence köyünde dünyaya gelir. Berzenci, babası Şeyh Said, amcası Şeyh Ehmed ve 50 adamıyla birlikte 1913 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafında yakalanıp öldürüldükten sonra babasının yerini alır. Şeyh Mahmud Berzenci ya da Şeyh Mehmud Hefîd, Kadiri tarikatına mensup bir şeyh idi. Kendisi Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Farsça’yı çok iyi düzeyde konuşuyordu. Bunun yanı sıra birçok şiir de kaleme alan bir şahsiyettir.

Kürdistan’ın son kralı

Berzenci, Birinci Dünya Savaşı yıllarında bağımsız Kürdistan devleti için çaba harcadı. Bunun için İran’da bazı Kürt aşiretlerle ittifak yaparak İngiliz ve Araplara karşı savaştı. Bu süreçte üç defa Kürdistan hükümetini kurdu ve kendisini de Kürdistan Kralı ilan etti. Berzenci İngilizlerin denetiminde kurulacak bir Kürdistan hükümetini asla kabul etmedi; özelde ise o dönemde Irak’ta İngiliz temsilcisi olan Major Soane’nin Kürt güçlerini silahlı milis gücü olarak kullanma istemini fark ederek buna karşı bir duruş içinde oldu. Berzenci İngiliz ve Arap saldırılarına karşı 1932 yılına kadar savaşarak direndi. Şeyh Mahmud Berzenci, 9 Ekim 1956 yılında yaşama gözlerini yumdu.

Şeyh Mahmud’un birinci Kürdistan hükümeti ilanı

Şeyh Said Berzenci, henüz Osmanlı egemenliğinin son bulmadığı ve İttihatçıların başta olduğu 1908 yılında isyan eder. Bu isyan İttihatçılar tarafından bastırılır. Bu isyanda Şeyh Said, Şeyh Mahmud, Şeyh Ehmed ve birçok yakın akrabası esir alınarak Musul’a sürgün edilirler. İttihatçılar bu yıllarda Berzenci ailesinin Kürdistan’daki etkisini bildikleri için tüm aileyi ortadan kaldırmayı düşünerek Şeyh Said, kardeşi Şeyh Ehmed ve 50’ye yakın adamını katleder. Olaylar Kürdistan’da duyulduktan sonra tepki giderek büyür. Kürt aşiretleri Şeyh Mahmud’un serbest bırakılmasını, aksi takdirde Musul’u basarak ölenlerin intikamını alacaklarını söyler. Bunun üzerine Şeyh Mahmud serbest bırakılır.

İngiliz heyetiyle görüşme

Şeyh Mahmud Berzenci, Süleymaniye’ye döndükten sonra, 1918’de Kerkük’teki İngilizlerin başkomutanına ve Wilson’a bir mektup gönderir. Mektubunda; Kürdistan’da bağımsız bir hükümetin kurulmasına dair bir teminat verilmesini ister. Şeyh Mahmud’un Wilson’a gönderdiği mektubun ardından, Binbaşı Noel eşliğinde bir İngiliz heyeti Şeyh Mahmud ile görüşmek üzere Süleymaniye’ye gelir. Görüşmeler sonucunda 1 Kasım 1918 günü Süleymaniye’nin Sera kapısında resmi bir törenle Şeyh Mahmud Berzenci’nin Irak’taki genel hükümdar tarafından “Kürdistan Yöneticisi” olarak atandığı açıklanır. Şeyh Mahmud bu süreçte Paris Barış Konferansı’na gönderilmek üzere bir müzakere mektubu hazırlar, Reşit Kaban ve Seyit Ahmet Berzenci aracılığıyla Paris’e gönderir. İngiltere bu kararı 11 Kasım 1918 yılında resmi bir biçimde kabul eder.

İngilizler Şeyh Berzenci’ye verdikleri sözden geri döner. 23 Mayıs 1919 tarihinde İngilizlere karşı isyan hareketi başlatılır. Bu ayaklanma ile İran ile Irak’taki Kürtlerin birleşerek büyük Kürdistan’ın kurulmasını amaç edinir. Süleymaniye’de başlayan ayaklanma kısa sürede Kürdistan’ın birçok bölgesine yayılır.

İngilizlerle çatışma

Şeyh Berzenci kuvvetleri Süleymaniye’ye bağlı Derbendi Baziyan’da konumlamışlardı. 17 Haziran’da İngiliz kuvvetleri tank ve toplarla Şeyh Mahmud kuvvetlerini kuşatarak bombardımana tutarlar. Berzenci bombardıman sonucu yaralanır ama ona rağmen mevzi aldığı büyük bir kayalık arkasında uzun süre çatışarak direnmeye çalışır. (Bugün o taş etrafı sarılarak milli park haline getirilmiş. İsmi de kahramanlık taşı konulmuştur.) Ona rağmen Berzenci, İngiliz kuvvetlerine esir düşmekten kurtulamaz.

İngiliz kuvvetleri 22 Temmuz 1919 tarihinde Süleymaniye merkezine girerek büyük zarar verirler. O günü Berzenci’nin oğlu Şeyh Letif Hefid kendi günlüğünde şu şekilde anlatır: “İngilizler çatışma sonucu şehit düşen insanlarımızın bedenlerini gözlerimizin önünde benzin dökerek yakıyorlardı. Bu görüntüler karşısında duramadım ve müdahale etmek zorunda kaldım. Doğacak tepkiden korktukları için cesetleri yakmaktan vazgeçtiler” diyor. Daha sonra esir alınan Şeyh Mahmud Berzenci Bağdat’a götürülür. 25 Temmuz 1919 tarihinde kurulan askeri bir mahkemede Berzenci yargılanmaya başlanır. Berzenci mahkeme tarafından şu suçlardan dolayı yargılanır:
1- İngiltere’ye karşı isyan etmek ve kan akmasına sebep teşkil etmek,
2- İngiltere bayrağını indirip, yerine Kürdistan bayrağını dikmek.

İdam ve Musul sorunu

Mahkeme, Şeyh Mahmud Berzenci ve Şeyh Muhemed Xerib için idam karar verirken, mahkemede hazır bulunmayan yardımcılarından Şeyh Mehmud Xanê Hewrami için ömür boyu, Şeyh Mahmud Xani Kani Sanan için de üç yıl ceza kesilir. Kürdistan’da eylemlerin devam etmesinden kaynaklı Berzenci’nin cezası 10 yıl hapse ve Hindistan’a sürgüne çevrilir. Wilson, mahkemenin bu kararını tehlikeli bulup şunları ifade eder; “Şeyh Mahmud’un hayatta kalması onun dostları için büyük bir umuttur. Düşmanları için de büyük bir tehlikedir. Şeyh Mahmud’un dostları onun döneceği ümidiyle eski tutumlarına devam edeceklerdir. Düşmanları da döneceği korkusuyla rahat bir yaşam yaşayamayacaktır. Şeyh Mahmud hayatta olduğu sürece Kürdistan’da istikrar olmayacaktır” diyor.

1921 ve 1922 yılları arasında İngilizler ile Türkler arasında Musul sorunu çıkar. Türkler Musul’un misaki milli sınırlarına dahil olması gerektiğini dile getirirken, İngilizler de Kürdistan’ı öne sürerek Musul üzerinde hak talep ederler. Bu ikircikli politikalar sonucu İngilizler Kürt hükümetini yeniden kurma girişiminde bulunurlar. Bunun için Şeyh Berzenci 1922 yılında İngilizler tarafından tekrar Kürdistan’a çağrılır. Bu sırada Kürt silahlı güçleri kırsal kesimlerde İngilizlere karşı mücadelerini sürdürürler.

Böylelikle Şeyh Mahmud Berzenci’nin kurmuş olduğu birinci Kürdistan hükümeti son bulur. Bu hükümet Kürdistan’da 1 Kasım 1918 ile 22 Temmuz 1919 tarihleri arasında hüküm sürer.

İngiltere’nin katliamları

1 Kasım 1922’de Berzenci öncülüğünde kurulan Kürt hükümeti, İngiliz sömürgeciliğinin istemleri doğrultusunda hareket etmediği için İngiliz güçleri Kürt hükümetine karşı oldukça kanlı ve vahşi bir savaş başlattı. İngiliz uçakları Kürt şehir ve köylerini bombardımana tutarak binlerce sivil insanın katledilmesine sebep oldular.

Bu dönemde Kürtlere öncülük eden Şeyh Mahmud Berzenci, Simko Shikaki ve Mirza Taha Nehri’ydiler. Kürt komutanlardan Mirza Taha, İngilizler tarafından kandırılarak Türklerin eline geçmiş olan Rewandozê saldırılır. Bu saldırıda birçok Kürt insanı katledilir, sonunda saldırı başarısızlıkla sonuçlanır. İngilizler bölgede Türklere güç getirmediklerini ve Berzenci’yi de kandırıp onlara karşı savaştıramayacağını anladığında Kürtlere karşı farklı bir planlama içine girdi. İngiliz Yüksek Komiserliği bir bildiri hazırlar. Bu bildiride şunlara yer verilir: “İngiliz ve Irak hükümetleri, Irak sınırları içinde yaşayan Kürtlerin, bu sınırlar içinde bir devlet kurma haklarını tanımaktadır. Umut edilir ki, çeşitli Kürt unsurlar en kısa zamanda aralarında anlaşmaya vararak, söz konusu hükümete verecekleri biçimi, otoritesinin neleri kapsayacağını bildirmeleri ve İngiliz ve Irak hükümetleriyle ekonomik ve siyasi ilişkilerini tartışmak üzere yetkili delegeleri göndermelerini beklemekteyiz.” Buna rağmen Şeyh Mahmud Berzenci kandırılamadı.

1923’te Lozan Antlaşması’nın ilk sonuçlarının belirlenmesiyle birlikte Kürdistan’ın birçok bölgesinde kıyımlar baş gösterdi. Şeyh Berzenci, İngiliz ve Irak yönetiminin vaatlerinde samimi olmadıklarını görünce büyük ve genel bir ayaklanma hazırlığı yapmaya başladı.

Sovyetler’e yardım için mektup

30 Ocak 1923 tarihinde Güney Kürdistan Kralı adına Şeyh Mahmud Berzenci, Tebriz’deki Sovyet konsolosluğuna bir mektup gönderir. Mektupta, “Kürt halkı İngiltere’den hak talebinde bulunmuştur. Fakat onlar oldukça vahşi bir biçimde top, uçak ve süvarileriyle halkıma saldırıyor. Birçok yerleşim birimimizi talan etti. Bizim için netleşen bir şey var ki o da Sovyet devleti dışında bize yardım edecek hiç kimsenin bulunmadığıdır. Onun için de sizden hükümetimizi tanımanızı istiyoruz. Yine düşmanı korkutmak için silaha ihtiyacımız vardır” deniliyordu.

Bu gelişmelerden haberdar olan İngiliz yönetimi ve askeri kuvvetleri Bağdat’ta bir araya gelerek 21 Şubat 1923’te Şeyh Mahmud hükümetine şu ültimatomu gönderirler: “Ya tüm idari konseyinle Bağdat’a gelip durumu izah edeceksin ya da görevden alınacaksın.” Berzenci İngilizlerin bu ültimatomuna kulak vermedi, aynı zamanda Rewandoz’daki Türk güçleriyle de ilişki kurmaya başladı. Bunun üzerine İngilizler savaş uçaklarıyla Süleymaniye’yi bombalamaya başladılar.

Şeyh Mahmud, Serdeşt yakınlarında bir mağaraya yerleşip 8 Mart’ta Bangî Heq adlı bir gazete çıkarıp ilk sayısını “cihad” çağrısına ayırır. Salih Zeki komutasında “Kürt ulusal ordusuyla” kıyam hazırlığını sürdürür. İngilizler Kürt ve Türk güçleriyle kendilerine karşı ittifak yapmasınlar diye ordusunu alıp Koysancak ve Rewandoz’a doğru yola çıkar. Rewandoz’daki Türk kuvvetlerin başında bulunan Ali Şefik, 22 Nisan 1923 tarihinde kendi güçlerini çekerek Berzenci’yi yalnız başına bırakır. İngiliz, Arap ve bazı Kürt işbirlikçileri Berzenci’ye karşı çetin bir savaş verirler. Bu savaşta Berzenci güçleri kırılır. Rewandoz düştükten sonra 16 Mayıs 1923 tarihinde İngiliz güçleri Süleymaniye’ye girerler.

Üçüncü Şeyh Mahmud Berzenci hükümeti

17 Haziran günü İngiliz yönetimi Süleymaniye’den çekilme kararı alır. Bunun üzerine 11 Temmuz 1923’te Şeyh Mahmud tekrar Süleymaniye’ye döner.

22 Temmuz 1923 tarihinde Lozan antlaşmasıyla Kürdistan için şu karara varılır: “Kürtlerin bağımsız devlet kurma hakkı ellerinden alındı.” Bu karardan üç yıl önce Sevr Anlaşması’nda Türk ve Kürtlerin de temsilcileri olduğu toplantıda Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderlerinin tayin hakkı kararı unutuldu.

Berzenci’nin direnişi

İngiliz yönetimi, Şeyh Berzenci’yi “Silahlı kuvvetlerin izni olmaksızın asker toplamak, kanunsuz vergi toplamak, ülkenin düşmanlarıyla ilişki kurmak”la suçlayarak, 20 Mayıs 1924’te, beş güne kadar teslim olmaması durumunda kentin yeniden bombalanacağını bildirir. Şeyh’in teslim olmaması üzerine 27 ve 28 Mayıs’ta İngiliz Hava Kuvvetleri Süleymaniye’yi bombalar. Bombardımanın şiddeti sonucu şehrin nerdeyse üçte ikisi yıkılır. Berzenci bombardıman sonucu kendi kuvvetlerini Süleymaniye’nin Qelaçolan ilçesine, oradan da İran’a çeker.

1924 Haziran’ı sonlarına doğru Berzenci, askeri güçleri dört koldan Süleymaniye’ye gönderir.

1956: Berzenci vefat eder

Ekim 1924 yılında Berzenci tekrar Süleymaniye’ye döner. Mücadelesini tekrardan yükseltmek için direnişi güçlendirmeye çalışır. Bundan kaynaklı o güne kadar İngilizlerle birlikte hareket eden tüm işbirlikçi Kürtlere af kararı çıkarır ve Kürt halkına karşı işlenen suçlardan pişman olan herkes Süleymaniye’ye dönebilir denilir.

16 Kasım 1925 tarihinde uluslararası güçler Türkiye ile Irak arasında belirlenen sınırı resmi olarak kabul eder böylelikle Güney ve Kuzey Kürdistan birbirlerinden koparılır.

Haziran 1930’da İngilizler ile Irak hükümeti arasındaki anlaşma resmi olarak kabul edildi. Böylelikle İngilizler Irak’ın bağımsızlığını kabul etmiş oldular. Kürtler ise İngilizlerin politikalarını hiçbir zaman kabul etmediler.

Berzenci 20 Mart 1925’te Milliyetler Cemiyeti’ne göndermiş olduğu mektupta kendisini Kürdistan kralı olarak ilan ederek Kürdistan’a bağımsızlık talebinde bulunur.

Berzenci İngiliz ve Arap saldırılarına karşı 1932 yılına kadar direniş gösterir. 13 Mayıs 1932’da İngilizlere teslim olur. Daha sonra ise 9 Ekim 1956 yılında Bağdat’ta hastanede iken yaşamını yitirir. Şeyh Berzenci’nin cenazesi Süleymaniye’de Büyük Cami’ye getirilerek cenaze namazı kılındıktan sonra kendi dedesi Şeyh Kake Ehmedi’nin yanına gömülür.

İkinci Kürdistan hükümetinin kabinesi
Şeyh Berzenci sürgüne gönderildikten sonra Süleymaniye’de Irak’a bağlı işbirlikçi bir hükümet kurulmuştu fakat Kürtler hiçbir zaman bu hükümete itibar etmediler. Aksine Kürtlerin İngilizlere karşı öfkesi giderek büyümüştü. Bunun sonucunda da İngilizler sürgüne göndermiş oldukları Şeyh Berzenci’yi geri getirmek zorunda kaldılar.

Şeyh Berzenci, Kürdistan’a tekrar “Kürdistan Yöneticisi” olarak geri döner. Ardından yeni bir kabine kurulur ve bakanlıklar belirlenir. Bakanlıklara atanan isimler Federe Kürdistan’da yayın yapan Bangi Kurdistan Gazetesi’nde yayınlanır. İngilizler ve Irak Kralı Faysal, Şeyh Berzenci’ye Kürdistan’ın bağımsızlığının tanınacağına dair söz verirler. Şeyh Berzenci İngiliz ve Irak kralının kendisine vermiş olduğu sözü yerine getirmeyeceğini bildiği için 1 Kasım 1922’de Kürdistan hükümetini, kendisini de Kürdistan Kralı olarak ilan eder. Hükümet kabinesi, basın kurumu, okul ve orduyu kurar. Salih Zeki Sahebqiran ve Macid Mustafa’yı askeri başkomutan ve kendi danışmanı olarak ilan eder. Reşid Zeki Kaban ise hükümetin dış ilişkiler sorumlusu olarak atanır.

İlan ettiği bağımsız Kürdistan sınırı bugünkü Federe Kürdistan’ın tamamını kapsıyordu. Başkenti Süleymaniye, resmi dil Kürtçe, ordunun ismi ise Kürt ulusal ordusu olarak belirlenir.

A- Berzenci hükümetinin bakanlıkları şu şekildeydi:
1- Başbakan: Şêx Qadirê Şêx Sehîd Hefîd
2- İçişler ve Sağlık Bakanı vekâleti: Şêx Mehmûd Xerîb
3- Maliye Bakanı: Abdulkerîm Elyas Alaka yê (File)
4- Eğitim Bakanı: Mîr lîwa Mistefa Paşayê Yamolkî
5- Adalet ve Din Bakanı: Mele Seîdê Kerkûlkî
6- Gümrük Bakanı: Ehmed Begê Fetah Beg (Hemdî Sahêbqiran yê şahîr)
7- Savunma Bakanı: Seyîd Ehmedê Berzincî
8- Devletin tüm kurumlarından sorumlu bakanlık: Mîr lîwa Sedîq Qadrî Paşa
9- Hizmet İşleri Bakanı: Mihemed Axa Abdûlrehman Axa

B- Berzenci’nin Kürdistan hükümetinin bayrağı:
Yeşil zemin üzerinde kırmızı daire, kırmızı daire içinde beyaz hilal vardır.

C- Posta pulu
İki çeşit posta pulu bastırıldı. Pulun çevresinde Güney Kürdistan hükümeti ortasında ise çapraz çakılmış iki hancer resim konulmuştu.

Basın kuruluşları:

Berzenci hükümetine bağlı çıkan birçok haftalık ve aylık gazete, dergi basılıyordu.
1- Bangî Kurdistan
2- Rojî Kurdistan
3- Bangî Heq: Bangê Heq gazetesi Kürt mücadelesinde dağda çıkarılan ilk gazete olarakta bilinir.
4- Umêdî Istiqlal

D- Kurulan okullar:
1- Mehmudi Ortaokulu
2- Kadiri ilkokulu
3- Rûfî ilkokulu
4- Letîfî ilkokulu
E- Kürt Ulusal Ordusu’nun Kuruluşu:
1- Yeni birlik: Genelkurmay Başkanı Tofîq Wehbî idi, ordu 9 komutanlıktan meydana geliyordu.
2- Berzenci’nin yanında kalan 6 subay da orduya katılır.
3- Türklerden geriye kalan 5 subay da Kürt Ulusal Ordusu’na katılır.

21 Temmuz 2013 Pazar

Hatti Ülkesi halkına niçin Hitit denmiştir?

Büyütmek için haritaya tıklayınız!

Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı Hattuşaş Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi. Tabletlerden öğrenildiğine göre, söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir.

Oysa Ahd-i Atik'teki isimlendirmeden hareketle bu halk ve devlete Avrupalı filologlarca yeni isim türetilmese,  tabletlerde zikredildiği gibi "Hatti Ülkesi" kullanılsa, Kürtler tabletlerdeki orjinal ismin Kürtçe olduğunu derhal anlayacak "Gelenlerin Ülkesi" anlamına geldiğini görecek, Anadolu'da dünyanın ilk imparatorluğunu kuranların daha ismini öğrenir öğrenmez, Hatti Ülkesi'ni kuran Nesililerin Kürtlerin atası olduğunu anlayacaklardı... Gerisi ise çorap söküğü gibi gelecekti... Tıpkı bugün geldiği gibi...

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Hititler - Hattiler ve Sergel Kelimesi Üzerine

Büyütmek için resme tıklayınız!

Arîyanîk Kavimler, Mazeolitik Dönem'lerden itibaren, anayurtları Zagroslardan dalgalar halinde etrafa yayılırken, Mezopotamya ovasına inenlerden bir kol kuzaya doğru hareket edip Suriye üzerinden Anadolu'ya girdi. Bu yeni coğrafyaya "Hattî Ülkesi (gelenlerin ülkesi)" dediler. Hattî Ülkesi'nde, Anayurtları Zagroslar'daki gibi şehir devletleri kurdular. Neşa, Hattuşa, Dataşa, Zelpa, Kaniş  bunlardan bazılarıdır. Kral Anita M.Ö:1800 yıllarında Neşa'yı alarak beyliklerin birliğini sağlamaya başladı. Hattuşa şehri(Günümüzde Çorum yakınlarında), başkent olarak üstünlük sağlayınca Hîttît (=Hattî) birliği kuruldu. Sınırların Ege Bölgesi'nden Toroslar'a, Karadeniz dağlarından Fırat'a kadar genişletiler. Kürtlerin eski atalarından Hîttît(-Hattî) krallarından bazıları: Hattuşil,Tuthalya, Murşil, Suppiluliema (İsmi tam Kürtçe bu kral için kısaca yazacağız) adlarını taşıyordu.Bu krallar yazın sefere çıkar, kışın başkent Hattuşa'ya gelir ülke için gerekli düzenlemeleri yaprlardı. Bir yıllık icraatlarını SALNAME (takvim deyil) adı verdikleri çivi yazılı kil tablet yıllıklara yazarlardı. Hîttît (=Hattî)'lerin yaptıkları en büyük savaş Mısır'la yaptıkları Kadeş Savaşı'dır. M.Ö. 1295'te yapılan bu savaşta yenilen belli olmamıştır. Tarihte ilk defa yazılı bir anlaşmayla (3300 yıl önce) sonuçlanmıştır.
Hîttît (=Hattî) Krallığı büyüyerek imparatorluk haline geldikten sonra sarayda bazı entirikaların döndüğünü görüyoruz. Özellikle kraliçelerin çeşitli antrikalarıyla süikastlar ve hiyanetler çoğalmaya başlamıştır. Dolayısıyla yönetimde zaafiyet başgöstermiştir. Bu sırada batıdan çok büyük göçler Hatti ülkesine dolmaya başlamıştır. Bunlar önüne kattıkları herşeyi Tusunami dalgaları gibi yok ederek ilerlemiştir. Hatti Ülkesindeki bütün uygarlıklar yerle bir edilmiştir. M.Ö. 1200 (1190) yılında Hîttît (Hattî)'lerin başkenti Hattuşa ele geçirilerek bütün değerler yakılıp yokedilmiştir. Bu yaban sürüleri altın, gümüş gibi kıymetli eşyaları yağmalarken deyerini bilemedikleri taş ve seramik eşyalara fazla zarar verememiştir. Özellikle yazılı tabletler yangınlarda çok zarar görmeden günümüze dek gelebilmiştir.


Tarihte Trako-Frig adı verilen bu göçler Kim idi? Bunlar daha sonra İsimlerini öğrendiğimiz ve Armenlerin ataların da içinde yer aldığı Trako-Tuna (Trako-Armen) denilen Balkanlar'dan Hatti Ülkesi'ne dolan yağmacı, çapulcu Avrupa kökenli sürüler idi. Bu selin önünden Doğuya kaçan Hatti Ülkesi halkı Batı Kürdistan'a çekildi. Daha sonraları buralarda örgütlenerek beylikler halinde ve krallıklar olarak ortaya çıktılar. Bunların başlıcaları: Urartu (O dönemde en büyük krallık), Kargamêş (Antep yakınlarında), Maladiya (Malatya yakınlarında), Gurgum (Maraş yakınlarında) Que (Qamuşlu yakınlarında), Tabal (Kayseri yakınlarında), Hattina (Hatay yakınlarında. Karatepe (orijinal adı bilinmiyor, adana yakınlarında). Bu krallıkların hepsi Hîttît (Hattî) Büyük Kralığı'nın gelenek ve kültürel şekili ile 300-400 yıl daha yaşamıştır. Assurun kan içici yönetimi bu krallıkları birer birer yok etmiştir. Merkezi Hîttît (Hattî) İmparatorluğu bölgesinde (Ankara dolayları) de Hîttît (Hattî)'leri yıkan Frigler denilen Armenlerin de bağlı bulunduğu Frig devleti kurulmuştu.

Hîttît(Hattî)'lerin kurdukları uygarlık, dönemin üç büyük uygarlıklarından (Hîttît-Hattî, Mısır, Sumer) biri idi. Kölelerin dahi kanunen yazılı hakları vardı. Dişe-diş gibi Samiler'in kanunlarının aksine öldürmelerde ve yaralamalarda karşılık tazminat alınırdı. Dolayısıyla mağduriyet azaltılmış olduğu günümüz düzeyinde sosyalojik bir düzendi. Toplum baba erkil olmasına rağmen kadınlara yasalarla önem verilirdi. Hatta Kadeş anlaşmasında tarihte ilk defa Hîttît (Hattî) Sarayı'nın Kraliçesi'nin mühürü kullanılmıştır.Hittit toplumu bugünkü Kürt toplumunun yaşam tarzına yakın bir yaşam şekilleri vardı.


Hîttît (Hattî)ler döneminde Hatti Ülkesi'nde (Anadolu), ayrıca Palalar, Mittaniler, kaskalar, Luwiler, Hurriler vs. vardı. Bunların hepsi Arîanîk kavimler olup birirbirleri ile akaraba halklardı. Hîttît (Hattî)'ler içerisinde en büyük boy ise Hurri-Mittanilerdi. Bu değişik adlarla anılan halkların dilleri bugünkü Kürtçe'nin lehçeleri gibi aynı dilin diyalektleri olarak biribirlerine çok yakın idi.


Hîttît (Hattî)'ler çok tanrılı bir dine sahipti. Anadolu'daki toplumların hepsini kapsayan bir penheonları (tanrı evleri) vardı. Baş tanrı Teşup bir gök tanrısıdır. Teşup (Urartu döneminde Teişiba) ve karısı Hepat, oğlu Şarruma üçlü grup Hattuşa yakınlarındaki Yazlık Kaya'da tasvir edilmiştir. Bu Hırıstiyanlık'taki Rab, İsa, Meryem tanrı grubu üçlüsü, Hîttît (Hattî) üçlü dini geleneğin devamı olarak alınmıştır. Bolluk, bereket ve üreme tanrısı Telepinu ile Ejderha İlluyanka'nın mücadelesi Purulli denilen bir bayramla ilkbaharın başlangıcında kutlanırdı. Bu Nevruz'un o dönemdeki versiyonudur.


Hîttît (Hattî)'ler sanat alanında çok ileri düzeyde idiler. Başkent Hattuşa etrafı bir surla çevirili olup dört kapıdan giriliyordu.Taş temeller üzerinde yapılan kerpiç evler, Günümüzdeki Kürt evleri benzerleriydi. Şehrin kapılarından birinin yanlarında iki dev sfenks (kafası insan, vucudu aslan) var. Diğer bir kapı tanrı Teşup tarafından korunuyordu. Bunlar halen Hattuşa'da (Çorum yakınlarında) mevcuttur. Hîttît (Hattî)'ler sanat alanında yarattıkları heykeller, altın, gümüş süs ve mutfak eşyaları, topraktan yaptıkları heykel ve mutfak eşyaları, bronz Kült standartları bugün dahi insanları hayretler içinde bırakmaktadır. Ankara'daki Anadolu Uygarlıkları Müzesi'nde sergilenen bu sanat harikaların yapıldığı dönemde: Anadolu, Mezopotamya ve Zagroslar bu uygarlık seviyede iken Avrupa henüz mağara döneminden çıkmıştı. Yunanistan daha yeni emekliyordu. Asyada ise yaşamın olup olmadığı bile belli deyildi. Dolayısıyla Hîttît (Hattî)'lerin Avrupa veya Asya kökenli olduğunu söyleyenler uygarlık düzeylerine bakarak konuşmaları daha uygun olur.


Hîttît (Hattî)'lerin dili Neşaca (Neşa şehşrinin dili) idi. Arîyanîk bir halk olan Neşalılar Sümer çivi yazısnı kullanıyorlardı. Bu dil bugünkü Kürtçe'ye yakındı. Bu konuda yazılı bir şarkı, tarafımızdan notlar bölümünde yayınlanmıştır. Hîttît (Hattî)lerin kullandığı diğer bir yazı türü ise Hieroglif idi. Bu resimlerle yapılan bir anlatım şeklidir. Hîttît (Hattî)'lerin birçok geleneği halen torunları Kürtler tarafından yaşatılmaktadır. Bu konuda elimizde onlarca örnek var.


NOT:Bu konlar çok geniş yer almaktadır. Bunar "Arya Uygarlıklarından Kürtlere" adlı kitapta yayılanmıştır. Buraya çok genel ve çok kısa olarak alınmıştır. Herkesin anlayabilmesi için sade bir dil kullanmaya özen gösterilmiştir.


XWEDAJİN HEPAT(Hava), Xwedakûr Şerûma (Şêrême). Li tanga Çorim'ê - Hattuşa Tapınağından. Tanrı TEŞUP(Tijûba), tanrıça HEPAT(Hava),Tanrı oğlu Şerûma(Şêrême).Çorum yakınlarında. Selahaddîn Mihotulî-Arya Uygarlıklarından Kürtlere

KÜRTLER LİDERLERİNE 2700 YILDAN BERİ "SERGEL" DİYORLAR (Kaynak: Selahaddîn Mihotulî-ARYA UYGARLIKLARINDAN KÜRTLERE) 


Bir süre önce Kürtçe "SERGEL" kelimesinin ne anlama geldiğini sormuştum. Bu konuda bazı arkadaşlar yorumlarıyla görüş bildirdiler. Mutlulukla ifade deyim ki bu arkadaşlar çok yerinde yorumlamışlar. Kendilerini tebrik ederim. Demek ki halkımız bu gibi Köktenli kelimeleri genelde biliyor ve kullanıyor. "Ancak Kürtçe yazmayı ve konuşmayı paylaşımlarında sıkça ifade eden kişilerden hiç yorum gelmemesi ve ilgisiz durmaları ilginçtir." Şimdi "SERGEL" kelimesinin tarihi kökenine bakalım.Aşağı Zagros Bölgesinde kurulan dünyanın ilk uygarlığı Arîyanîk Elam (Hattamti-Sus) Uygarlığı M.Ö.2750-626 yılları arasında Assur'un kan ve ölüm makinasıyla mücadele ederek 2 bin yıldan fazla varlığını sürdürmüştür. Assur Kralı, Assurbanipal bütün Elam'ı istila ederek Arîanîkn pirenslerin, derilerini yüzüp, kazığa oturtmak üzere öldürürken, Elam prenslerinden Hamiti kuzeydeki Avam prensliğine gidip kendisin "Elam-Gişati"nin lideri ilan etti. Elam-Gişati'nin Türkçe anlamı"Bütün Elam, Genel Elam"dır. "Elam-Gişati" günümüzdeki Kürtçe ile aynen "Elam-Giştî" şeklinde söylenir. Yani 2700 yıl önceki şeklinin aynısıdır. Arîanîk halk ise: Elam-Gişati'nin lideri Hamiti'ye "SERGEL" yani başkan, lider dedi. Diğer bir değişle Kürtler liderlerine, başkanlarına 2700 yıldan beri "SERGEL" diyorlar. Bu ortadayken 'Akademik Kürtçe' yapıyoruz diyen bazı işgüzarlar, bu tarihi geçmişten ve akademik özelliklerden yoksun kelimeler türetmeye başlamışlar. Bunlardan biri de SEROK kelimesidir. Ancak Serok veya serik Kürtçede başlık, başa takılan şey demektir. Ayrıca sonu K, T, gibi harflerle biten kısa kelimeler lenguistik olarak kötü seslerdir. Örneyin Türkçedeki At, it, Kulak gibi Küt kelimeler bu şekilde fonetik olarak hoş değiller. Müzikal dilde buna çok dikkat edilir. Durum bu iken, 2700 yıllık SERGEL kelimesini bırakıp Serok kelimesini 'Lider, başkan' anlamında kullanmak Akademik değil. Akademiğin ne olduğunu ve Kürtçe bilmiyenlerin bir uydurmasıdır.

(Selahaddîn Mihotulî-ARYA UYGARLIKLARINDAN KÜRTLERE)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kürtlerin İslamiyete geçişi ve Arap egemenligi altinda Kurdistan

Büyütmek için resme tıklayınız!

Birini ikna edip dinini kolay kolay değiştiremezsiniz. Bunun ne olduğunu Amerika'da yaşadığım 1 yıl içerisinde iyi deneyimledim ve anladım. Uzun yıllar ve sistematik çalışma sonucunda, çok zor olur bu. Bunu ancak Afrika'lı kutsal kitapları olmayan, dini inançları yok denecek kadar az olan toplumlarda, çok yönlü desteklenmiş misyonerlik faaliyetleri sonucunda bir miktar Hristiyanlığı yaymada başardılar. Hadi gelin siz şimdi bu samimi Hristiyan olmuş, Hristiyanlığa sıkı sıkı bağlı olan Afrikalı kardeşlerimizi müslüman yapın!!! Ya da samimi Hristiyan Avrupalıları müslüman yapın göreyim ben! Yapamazsınız, ikna edemezsiniz! Ancak bugün kendilerinin türk olduğuna, atalarının çekik gözlü moğol tipli insanlar olduğuna inandırılmış devşirmelerin nesli, toplumsal hafızalarını kaybedip, 100 yıllık devlet projesi, yalan tarih vs delillerle inanır, müslümanız derler! Ama bunların müslümanlıklarına bakın laiktirler, davranışları, ahlak anlayışları hala avrupaidir... Kürtler gibi koyu dindar değildirler...

Bundan başka bir de istisnaen insanlar arayış içine girip bir dinden diğerine geçer. Kural olarak dini sorgulayan insanlar çizgiyi aşarlarsa başka dine geçmezler, dinsiz olurlar.
Büyütmek için resme tıklayınız!

PEKİ NASIL OLDU DA KÜRTLER, İNSANLAR KİTLELER HALİNDE MÜSLÜMAN OLDULAR?
İnsanlar sırf savaş kaybettiler diye, başlarında savaşın kazanan tarafının dininden yönetici var diye birden bire ve kitleler halinde din değiştirmezler. Mesela, Amerika Irak'ı yerle bir etti. Irak yenildi. Irak'ı Amerikalılar yönetti. Iraklılar, "İyi ya madem bunlar böyle üstün, bizi yendiler, ne güzel kazanıp ülkemizi işgal ettiler. Biz de bunların dinine geçelim, hristiyan olalım!" mı dediler? 

İnsanların kitleler halinde nasıl müslüman olduklarını anlamak için Suriye'de islam devleti kurmaya çalışan el-Kaide'nin yaptıklarına bakın. Kör bıçakla çoluk çocuk boğazlanırken çıkan ses, karınıza kızınıza tecavüz bu müslümanlara helal kılınmış, mallarınız, varlığınız herşeyiniz ganimet kılınmış... Kelleler kesilip bu insan kellelerinden tepecikler oluşturulmuş. Kan oluk oluk akıyor, her yer kan kırmızı! Kafirsiniz diye malınız, canınız, ırzınız helal kılınmış; binlerce insana bu zulüm yapılıyor; siz her kelle kesilişinde fışkıran kanı görüyor, gırtlaktan çıkan o hırıltıyı, her tecavüz vakasında kadınlarınızın çığlıklarını duyuyorsunuz... Komşunuza, çocuklarınıza yapıyorlar bunu... Müslüman oldum deyip kurtulur musunuz kurtulmaz mısınız? Ailenize, çoluk çocuğunuza "Aman ha, siz müslümansınız! Kelime-i şehadet şu, şöyle şöyle davranın!" der misiniz demez misiniz? Bir kuşak geçtikten sonra, doğuştan müslüman olan nesiller artar mı artmaz mı? Sonrasında zamanla o toplum müslüman olur mu olmaz mı?

Ancak sizlerden bahseden bir ayet meali verip tarihçi Ekrem Cemil Paşa yazısına geçmek istiyorum: "Gözleri vardır görmezler; kulakları vardır işitmezler!" (Rênas)
--------------------------------------------------------------
İslam halifesi Ömer İbn-i Hattab, Hicret’in 15. Yılında (637) Said İbn-i Ebû Vakkas komutasında büyük bir orduyu Sasani İmparatorluğu üzerine gönderdi. Kadisiye ve Nihavend Savaşlarında Sasani ordusu yenilgiye uğradı ve Sasani İmparatorluğu yıkıldı.


Sasani İmparatorluğu’nun güneydoğusunda yaşayan Farslar, Arab’a karşı en ufak bir savunmada bulunmadılar ve köşeye çekildiler. İmparatorluğun omurgasını oluşturan Kürtler ise kolayca teslim olmadılar. Otuz yıl boyunca sürekli mücadele ederek kanlı savaşlar yaptılar. Kürt direnişi, Kürtlerin bağımsızlığı ve özgürlükleri adına yaptıkları mücadele, yerel ve küçük ölçekli de olsa üç yüz yıl, yani Abbasi saltanatının ortalarına kadar devam etti.

Sasani İmparatorluğu sınırları içindeki en çetin savaş, Şehrêzor ve Pawe dolaylarında cereyan etti. Halife Ömer, Hicret’in 18. yılında (640) Kürdistan üzerine yeniden iki ordu gönderdi. Birinci orduya İmam Hasan Hezikai Yamani ve Kasım İbn-i Abbas Abdulmuttalip kumanda ediyordu. Bu ordu Kirmanşah,Hemedan,Rê ve Mazindiran taraflarını; ikinci ordu ise Abdullah İbn-i Ömer ve Ebu Ubeyde Ensari komutasında Şehrêzor ve Pawe dolaylarını ele geçirmekle görevlendirilmişti.

Her iki Arap ordusu Kürdistan’a vardığında, Kürt savaşçılarıyla aralarında birçok savaş meydana geldi. Başlangıçta Kürtler Araplar’a baskın geldi. Şehrêzor Savaşı’nda Arap başkomutanı öldü. Fakat daha sonra Kürtler her tarafta bozguna uğradılar. Araplar kesin zaferi sağlayınca Kürtler’e karşı oldukça insafsız davrandılar. Kürtlerin Zerdeşti olmaları Araplar için iyi bir bahane olmuştu. Kürdün canı,malı,ırzı ve namusu Araplar için helal sayılıyordu. Halk katledildi; şehirler, kasabalar, köyler yakıldı; mallar yağma edildi. Kadınlar, kızlar ve çocuklar da binek ve kasaplık hayvan sürüleri gibi talan edildiler.
XXXXXBu olayların en korkuncu,en utanç vericisi Şehrêzor ve özellikle Pawe şehri civarında yaşandı. Arap komutanı Abdullah İbn-i Ömer, Pawe havalisinde büyük binalar inşa ettirerek esir edilen Kürt kadın ve kızların binlercesini bu binalara yerleştirdi. Muaz İbn-i Cemel’in önderliği ve gözetimi altında Müslüman Araplar bu binalarda Kürt kadın ve kızlarına tecavüz ettiler. Bu Arap rezilliği yıllarca sürdü. Arapların henüz İslamiyet’in ilk yıllarında bu ölçüde alçakça gerçekleştirdikleri tecavüzlerin ürünü olan çocuklar Pawe civarında bugün bile mevcuttur. Kan içici Hülagu ve Timurlenk gibi canavarlar katliamlar yaptılar,ocaklar söndürdüler,masum kanı döktüler ama onlar bile bu ölçüde iğrenç ırz ve namus düşmanlığı yapmadılar.

Kürdistan’ı işgal eden Arapların zulmü yüzyıllarca sürdü. Kılıçtan kurtulanların, İslamiyet’i kabul etmelerine rağmen, yüz yıldan fazla bir süre Kürtçe,Farsça ve diğer dillerde konuşmaları yasaklandı. Arapça’dan başka bir dil konuşmak yasaklandı. Kürdü Arap yapmak için her türlü zulüm,her türlü hile ve yöntem geçerliydi. Şehrêzor, Kirmanşah, Medain ve Hemedan gibi büyük şehirlerin kütüphanelerindeki,hazine ve definelerden daha değerli, yedi bin yıllık eski bir medeniyeti bağrında barındıran paha biçilmez kitap ve eserler Medine’den gelen emir gereğince yakıldı,kül edildi.

Eski tarih kitaplarında ve özellikle Arap kaynaklarında bu vahşetler, bu alçaklık ve rezillikler hakkında geniş bilgi bulunmaktadır. Ancak eskiden olduğu gibi bugün de Arap meddahlığını yapan memleketlerde basılan ve yayınlanan kitap, dergi vs. yayın organlarında yukarıda sözünü ettiğimiz yüzkarası gerçeklerden bahsetmek yasaktır. Bunun içindir ki 1400 yıldır mazlum Kürt Milleti hakkında din adına, İslamiyet adına reva görülen zulümden halkın çoğunluğu haberdar değildir. Hatta tarih kitaplarını yazan ve kendilerine “bilim adamı” süsü veren birçok zevat bile, yukarıda kısaca söz ettiğimiz yürekler acısı olaylar hakkında bilgi sahibi değildirler. 
Ekrem Cemil Pasa
-----------------------------------------------------------------------------
Kur'an'da "Müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün" emri veren ayetler:
Hiçbir yorum ve ekleme yapmadan "gördüğünüz yerde müşrikleri öldürün" ile alakalı emir veren ayetlerden birkaçı aşağıdadadır:

Bakara Suresi 191.Ayet:"Onları nerede yakalarsanız öldürün.Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) sizde onları çıkarın. Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır. Yanlız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça sizde onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (sizde onlarla savaşın) onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir."

Nisa Suresi 89.Ayet:
"Arzu ettiler ki kendileri küfre saptıkları gibi sizde sapasınız beraber olasınız. Bu sebeple onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün.Onlardan ne bir dost edinin ne de bir yardımcı."

Nisa 91.Ayet:
"Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik."


Tevbe 5.Ayet:
"Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Kurd Tarihi

KÜRT TARİHİ
Yeni Başlayanlar İçin
Ana Hatları - Özet

KÜRT TARİHİ

İçindekiler

Etimoloji
Coğrafya
Dil
Tarih

Antik Çağda Kürtler
Mezopotamya & Kürtler

Subaru Krallığı
Guti/Kuti Krallığı
Mitanni İmparatorluğu
Komagene Krallığı
Korduene Krallığı
Sophene Krallığı
Adiabene Krallığı
Dicle & Fırat

Anadolu-Mezopotamya Kaynakları

Greko-Roma Kaynakları
Herodot
Ksenefon
Polybius
Bergama Kralı III. Eumenes
Strabo
Diodorus Siculus
Titus Livius
Pliny
Plutarch
Ptolemy
Dio Cassius
Ammianus Marcellinus
Eutropius

İran Kaynakları
Behistun Yazıtları
Kârnâmag î Ardaşir î Babagân

Orta Çağda Kürtler
Moses Khorenatsi
Baladhuri
Tabari
Ferdowsi
Thomas Artsruni
Ibn Hawqal
Kaşgarlı Mahmut
Yaqut al-Hamawi
Marco Polo
Hamdullah Al-Mustaufi Al-Qazwini
Kanûnî Sultan Süleyman
İdrisi Bitlisi
Nicolas de Nicolay
Şeref Han
Evliya Çelebi 



Kürt Tarihine Giriş
Kürtler, yukarı Mezopotamya’nın en eski ve yerli halklarından olup Toros dağlarından Zagros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan ve Hint-avrupa dil grubuna ait bir dil konuşan halkdır. Yaşadıkları coğrafyanın adı tarihsel olarak Kürdistandır. Tarihi kaynaklar Kürt ve Kürdistan tarihini 5000 yıl geriye ***ürmektedir.

Etimoloji
“Kürt” isminin kaynağı tarihsel olarak çok eskilere dayanmaktadır. Bazı araştırmacılara göre Kürt teriminin temelinde KUR kelimesi yatmakta olup Sümer kökenlidir. Sümerce'de KUR, dağ demektir. Tİ eki aidiyeti ifade eder. Böylelikle KURTİ kelimesi “dağın halkı” anlamına gelmektedir. Bu ismin geçmişi M.Ö. 3000'lere kadar dayanmaktadır. Kürdistan coğrafyası bilindiği gibi dağlık bir bölgedir. O çağlarda insanlara coğrafyalarıyla veya yaşam tarzlarıyla bağlantılı adlar verilirdi. Kürtlerinde işte bu dağlık coğrafyada binlerce yıldır yaşamasından dolayı bu adı almış oldukları rivayet edilir. Sümercedeki KURTİ adı, Greklerede 2500 yıl önce Kardukya, daha sonraları da Kurdienne (Kürt memleketi) diye geçmiştir. 

The Name Kurd And İts Philological Connections adlı yazısında Driver, listesini yazıtlardan çıkardığı Kurti, Karda, Karduk, Gord, Kord, Cardakes, Cyrtii, vd gibi sonekleri farklı dillere göre değişse de hepsi ortak bir krd/krt öğesi içeren tüm bu adların aynı kökten geldikleri ve etnik olarak ilişkili oldukları sonucuna varmıştır.

Dr. Asad Khailany’nin yaptığı araştırmalarda binlerce yıllık tarihi kaynaklar Kürtleri şöyle kaydetmiştir:

Sümerler - Karda, Kurti ve Guti,
Babiller - Garda ve Karda,
Asuriler - Qurti ve Guti, 
Grekler - Kardukh ve Gordukh, 
Ermeniler - Kortukh ve Gortai-kh,
Persler - Gurd veya Kurd,
Süryaniler - Kardu ve Kurdaye, 
İbraniler ve Keldaniler - Kurdaye, 
Aramaik ve Nesturiler - Kadu,
Erken islamik dönemlerin Arap yazarları Kurd (çoğul Akrad),
Avrupalılar ise M.S. 7. yüzyıldan itibaren Kurd demişlerdir. 

Milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış birçok kavimlerin Kürt asıllı olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmaktadır. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Subaru, Kurti, Guti, Lulu, Kusi, Kassit, Mitanni, Med, Mannai, Urartu, Karduk, Cyrtii, Gord, Kord, Kardakes v.s. gibi kavimlerin çoğunun Kürd olması yüksek olasılıktır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği anlaşılmaktadır.

Coğrafya

1896, Ortadoğu Haritası ve Kürdistan


Kürtler, aslen Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan devletlerinin sınırları içinde ve tarihsel olarakda Kürdistan diye adlandırılan coğrafyada yaşayan, Aryan kökenli etnik gruba mensup kişilerdir. Kürt halkı`nın kesin olarak nüfusu belli değildir; bu sayı, kaynağa göre 20 milyon ile 50 milyon arasında değişmektedir. Kürtlerin çoğunluğu Sünni Müslümandır. İran'da yaşayan Kürtlerinin çoğunluğu Sünni, diğerleri Ahli-Hak ve Şii'dir. Ayrıca Alevi, Yezidi, Yahudi, Zerdüşt ve Hıristiyan Kürtlerde vardır. Avrupada ise 1.5 milyondan fazla Kürt yaşamaktadır.

Dil
Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer almaktadır. Bu ailede yer alan İran dil grubu, Kürtçeyi de içermektedir. Daha açıkcası Kürtçe İrani diller ailesinin kuzeybatı grubu içindedir ve Farsça’dan bağımsızdır.

Kürtçe, bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan diye bilinen değişik devletlerin sınırları içinde yaşamakta olan ve tarih boyunca Kürdistan olarak bilinen coğrafyada konuşulur. Dünyada tahminen 20-25 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Kürtçe, Irak ve Kürdistan Özerk Bölgesinde resmi dil olarak tanınmışdır.
Filolog (Dilbilimci) Abdülmelik Fırat’e göre Kürtçede 100 binin üzerinde kelime vardır. 

Kürt edebiyatı, halk edebiyatı ve yazılı edebiyat olarak ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat, yani halk edebiyatının tarihi binlerce yıl öncesine kadar dayanıyor. Yazılı edebiyat ise bin yıl öncesine kadar dayanıyor. Hemadani Baba Tahir (935-1010), Kürt edebiyatının ilk yazılı örneğini, bin 100 yıl önce İran'da Arap alfabesiyle Kürtçe yazmıştır.

Kürtçe’nin eski ve güçlü edebi ürünlere sahip diğer bir lehçesi de Kurmanci lehçesidir. Kurmanci lehçesiyle bu güne kadar ulaşmıştır şiirler yazan Kürt şairleri arasında ilk akla gelenler Elîyê Herîrî (1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), Melayê Cizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707)'dir. Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn adlı ünlü eseri ilk kez 1730'da çevrilip yayınlanmıştır.

Tarih
Kürtlerin Anadolu'nun kadim halklarından biri olduğu yapılan tarihi, arkeolojik, genetik, etnografik, linguistik ve etimolojik araştırmalarla gün ışına çıkmaktadır. Dünyanın her köşesinde halklar yaşadı. Ama Mezopotamya'nın, Zagros'un ayrıcalığı var. Yazının keşfedildiği yer burası. Atın ilk ehlileştirildiği, ilk tekerleğin döndüğü, ilk aritmetik, tıp, ilk teleskopun yapıldığı, ilk destanın söylendiği, ilk şiirin yazıldığı, ticaret, dış ilişkiler, diplomasi, barış antlaşmaları, ilk türküler, ilk yontular, ilk tapınak, ilk mutfak, ilk şarabın keşfi ve ilk tiyatronun yaratıldığı insanlığa kucağını açmış bir yöre. İşte bunların hepsinde Kürt halkının alın teri vardır. Mezopotamya bölgesini Mezopotamya yapan Dicle ve Fırat nehir isimleride Kürtlerden kaynaklanmaktadır.


I. Antik Çağda Kürtler
Medeniyetin beşiği olan Mezopotamya yöresinin kadim halklarından biri olan Kürtler hakkında bir çok eski tarihçi ve coğrafyacı binlerce yıl evvel yazdıkları kitaplarda bahsetmektedir. Bu kitaplarda ve eserlerde Kürtlerin antik çağlardan bu yana yer aldığı, kurduğu birçok beylik, krallık ve devletlerden bahsedilmektedir. Özellikle Yunanlı ve Romalı tarihçiler Kürt tarihinin aydınlanmasına ışık tutmaktadır. Anadolu, Mezopotamya ve İran kaynakları Kürtlerden bahsetmektedir.

Mezopotamya & Kürtler

Subaru Krallığı
Subaru veya Subartuların yazılı tarihi hakkında ilk bilgileri Hitit tabletlerinden almaktayız. Buna göre yörenin ilk sakinleri Mitanni adında bir devler kuran Hurriler olmuştur. M.Ö. 3000 ve 4000 yıllarında bölgede Subarular'ın yaşadıkları ve Fırat isminin bu halk tarafından verildiği ileri sürülmüştür. Subarular'ın Hurriler'le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya'ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır. Mezopotamya'da gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler. M.Ö. 17. yüzyıl içindede Subarular Mitanni Krallığı’nı kurdu.

Subaruların Kürt olduğuna dair tezler vardır. “Subar”ların diğer adı “Suvar”dır. Subaru kelimesi Kürtçedeki Şivan kelimesinin bozulmuş hali olduğu iddia edilmektedir. Kürtçede “Şivan” Çoban demektir. Kürtlerin önemli bir bölümü bugünde çoban hayatı sürdürmektedir. Erbil’de Subaruların bir bölümünün yaşadığı yerde tarihi Kürt aşiret konfederasyonu olan Zubari konfederasyonu Subari/Subaru adını halen taşımaktadır. Irak’da dışişleri bakanlığı yapmış Hoşyar Zebari adında bir Kürt bakan dahi vardır.

Guti Krallığı 
Zagros dağları ve Aşağı Zap nehrinin kıyılarında yaşayan ve bu günkü Kürtlerin atalarından biri olan Gutiler veya Kutiler, M.Ö. 2700 yıllarında bağımsız bir devlet kurar, Gutiler/Kutiler Mezopotamyanın en eski halklarındandı. Gutilerin bilinen 21 tane kralı olmuştur. Guti/Kuti iktidarı 2 asıra kadar sürmüştür. Guti hanedanlığı daha sonra ise Ur hanedanlığı tarafından sona erdirilmiştir. 

Gutiler, Mezopotamya kuzeyindeki Akad memleketlerini M.Ö. 2649 yıllarında işgal edip tam iki asra yakın, Sümer ve Akadları idare ettiler.
Akadlar döneminde Zagrosda yaşayan Gutiler Akad kralı Naram-Sin’in ölümünden sonra kral adayları arasında yaşanan kavgadan faydalanarak Akadları süpüren Gutiler, demoralize olmuş Akad ordusunu yendi. Fırat nehri kenarında bulunan Agade şehrini alarak imparatorluğuda ele geçirdiler. 

Kürtler ortadoğunun en eski tarihlerinden birini oluşturmaktadır. Tarih, antropoloji, etnografi, ve linguistik gibi değişik bilim dallarında uzman olan araştırmacıların büyük çoğunluğu Gutileri Kürtlerin ataları olarak saymaktadır. 
Eric Jensen kitabında: Ortadoğunun Kürtleri Kürdistanda modern tarih daha muhafaza edilmemişken Kürdistanda yaşıyorlardı diye yazmaktadır. Mezopotamya tarihi uzmanı Pennsylvania Üniversitesi Doğu bilimleri Başkanı Prof. Ephraim Avigdor Speiser göre tarihte ilk Kürt halkından bahsedilmesi M.Ö 3000 yıllarında Gutium adı altında gerçekleşmiştir. Gutiumlular (Kürdistan) Hint-Avrupa dili konuşmaktaydılar (Morris). Gutium Kürdistanın ta kendisi olması bir tarafa etimologlara göre Guti kelimesi dahi Kürt kelimesin değişime uğramış şeklidir. Prof. Howorth’a göre Kurdistan adı Gutium kelimesinden türemiştir. Ve Babilonyaların kullandığı Khuradi veya Quradu kelimesini Guti adıyla bağdaştırmaktadır. Guti ülkesi modern Kürdistanın adıdır.
Sayce’ye göre Kürt adı Babiloncadaki quradu kelimesinden gelmektedir ve savaşçı anl***** taşımaktadır ve bu kelime Van cıvarındaki halkın adından kaynaklanmaktadır.

Ortadoğu uzmanı eğitimci Dr. Honigman’a göre Guti kelimesi Kürt kelimesiyle aynıdır. Guti, Kurti adının iranize şekliyle telaffuz edilişidir. G>K dönüşümü olmuş. Örneğin: Kardeş kelimesinin Gardaş kelimesine dönüşü gibi. Etimolojik olarak R harfinin zamanla yutulmuş olması ise etimolojide doğal bir olgudur, dolayısıyla, ortaya Guti çıkmış: Guti-Gurti-Kurti. Gutilerin yaşadığı Güney Kürdistan yöresinde halen Judikan adlı Kürt aşireti mevcuttur.

Araştırmacı Rawlinson’a göre ise Gut ilkel Keldani dilinde sığır anlamına gelmektedir Başka bir iddiaya göre ise “Guti” kelimesi Sümer kökenlidir ve yine (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Gutiler bugünkü Soran Kürtlerin yakın durmaktadır.

Guti Kralları:

• İnkişuş
• Zarlagab
• Şulme
• Silulumeş
• Inimabakeş
• Igeşauş
• Yarl-agab
• İbate
• Yarl-angab
• Kurum
• Apil-kin
• La-erabum
• İrarum
• İbranum
• Hablum
• Puzur-Suen
• Yarlaganda
• Tirigan

En son Guti kralının adı Tirigandır. Tir Kürtçede “Ok”, Tirigan ise “Okçu” demektir.

M.Ö. 2000, Kürtlerin Ataları: Churriter (Hurri), Guti ve Subarular


Mitanni İmparatorluğu
Mitannilerin, Habur çayının (Şırnak) doğduğu yerde Vaşşuganni (Vaşukani) adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır. California Üniversitesi Arkeologu Prof.Yoteshilani, Mitannili Kürtlerin Habur yakınlarında yaşamış olduğunu, imparatorluklarının adının ise Şenak olduğunu yaptığı kazılarda keşfetmiştir. Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da, bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürüp; M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır. Demiri kendi tekelinde tutmuştur. At yetiştiriciliğinde meşhurdur. Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ort***** yaşamıştır. Mitanni kralı Sauşşatar, Assur üzerine yürür ve kenti ele geçirir. Assur prensliğinde Assurrabi ve II. Assurnirarinin bulunduğu bu zamanda Assur, Kas krallarının etkisinden kurtulur, ancak bu kez de Mitannilere tabi olmak zorunda kalır. Sauşşatar, feth ettiği Assur kentinden birçok kıymetli eşyalarla birlikte bir altın kapıyı da ganimet olarak Şırnakdaki başkenti Vaşşukanniye ***ürür. Sauşşatarın bu başarılı faaliyetinden sonra, Mitannilerin doğu sınırları Zağros Dağlarına kadar genişler. Kuzey Suriyedeki eski denetim alanları olan Halep ve Kadeş bölgeleri de tekrar Mitanni hâkimiyetine girer. Mitanniler, Suriye, Amuriye, Asur memleketiyle Kürdistanin Kerkük bölgesine kadar olan topraklara hüketmişlerdir. En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir. 

Mitannilerin başkentinin adı Vaşukanidir. Bu ismin araştırmacılar tarafından Kürtçeden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Kürtçede başikani veya hoşkani “güzel pınar” demektir. V-B-H harfleri etimolojik olarak en kolay dönüşümü olan harflerdir. Zamanla fonetik değişime uğramış olması yüksek olasılıktır. Başka bir teoriye göre ise Vaşukani “maden zengini” anlamına gelmektedir. Vaşu “Zenginlik/Bolluk”, Kan “Maden”. Yani “Metal/Madenler yurdu” manasında kullanılıyor. Ki o çağlarda insanlar değerli metalleri işlemeye başlamıştı ve bunlara sahip olmak stratejik avantaj değeri taşıyordu.

Mitannilerin Aryan (Arı) kökenli, (özelliklede Mitani kralları) oldukları biliniyor. Büyük olasılıkla Mitanniler Kürdlerin atalarıdır. 

Tarihçi Prof. Ephraim Avigdor Speiser göre Mitaniler Arı ırkına mensup ve Kürtlerin ecdatlarından, Zagros topluluğunun bir bölümünü teşkil eden Subaruların bir koludur.
Mitannilerin yaşadığı aynı coğrafik bölgelerde yaşayan Kürt aşiretleri halen Mitanni adını Mattini, Motikan/Moti gibi şekillerde yaşatmaktadır.

Mitani kralları: 

• Kirta (M.Ö. 1500 – 1490)
• Şuttarna I (M.Ö. 1490 – 1470)
• Baratarna (M.Ö. 1470 - 1450)
• Parşatatar (M.Ö. 1450 - 1440)
• Sauşşattar (M.Ö. 1440 - 1410)
• Artatama I (M.Ö. 1410 - 1400)
• Şuttarna II (M.Ö. 1400 - 1385)
• Artaşumara (M.Ö. 1385 - 1380)
• Tuşratta (M.Ö. 1380 - 1350)
• Şuttarna III (M.Ö. 1350)
• Mattivaza (M.Ö. 1350 - 1320)
• Sattuara I (M.Ö. 1320 - 1300)
• Vasaşatta (M.Ö. 1300 - 1280)
• Şattuara II (M.Ö. 1280 - 1270)

Bir çok Mitanni Krallarının adlarında “Şat” kelimesi bulunmaktadır. Şatır eski Kürtçede site yada şehir yöneticisi anlamına gelmektedir. Şehir anlamına gelen Şat sözcüğünden türetilmiştir. Şat sözcüğünün İranî dillerde 'Şar', 'Şahar', 'Şehr' gibi versiyonları da vardır. Şat şeklinde söyleneni en eskisidir. Şah (Kral) sıfatı dahi bu Şat kelimesinden türetilmiştir. Dolayısıyla Mitanni Krallarının adlarında Şat kelimesinin bulunması kralllıklarıyla ve şehir yöneticilikleriyle ilgilidir.
“Arta” sözcüğü ise hem Kürtçe hem de eski İranî dillerde soylu, doğru, adil, hak, yasa anlamlarına gelmektedir.

Komagene Krallığı
Kommagene (Komajen) krallığı M.Ö. 162 – M.S. 72 yılları arasında Anadoluda bugünkü Adıyaman ili cıvarlarında büyük Zilan aşiretine mensup Kürtler tarafından kurulmuştur. Nemrud Dağı Kürt krallığının en önemli merkezi, başkenti, idi. Kral Nemrud Kürd olup adıda Kürtçedir. Nemrud kelimesi Kürtçedeki “Nemir” veya “Nemird” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir ve “ÖLÜMSÜZ” demektir. Komagenes, Helen kökenli bir adlandırmadır. Nemrut Dağına, öteki adıyla Kürt Dağı diyorlar. Kom sözcüğü Kürtçede topluluk anlamına geliyor. Gene ise soy, kabile, aşiret anlamına gelmektedir. Komagene yan yana geldiğinde herkesin evi anl***** ortaya çıkarıyor veya göçebe aşiretler diyarı anlamına gelmektedir. Kürtlüğün tüm kriterlerini üzerinde taşıyan yuvarlak tepe, örnek inşa planları ve karmaşık renkli duvarlarıyla dizayn edilmişti. Kürtler'in tüm tarih, gelenek, görenek ve kültür mirasları Kürtçe'nin derinliklerinde gizlidir. Kürtlerin ataları olan Kommageneler döneminde bölgede barış ve huzur hüküm sürmüştür. Yazılı belgelerde M.Ö. 850 yılında görülen krallığın ismi o dönemlerde “Kummu” veya “Kummuhu” olarak geçer. Yüzyıllardır ışık Anadoluya Tanrılar dağı Nemruddan doğar ve tüm dünya uygarlığa uyanır. 

Kommagen Kralı bir keresinde Asurlulara başkaldırır. Asur kralı Sargon Kommagenleri yener ve yenilen asi kralı: “Tanrılardan korkusu olmayan tanrısız bir adam bu. Sadece kötü planlar yapan bir hilekar,” diyerek suçlar. Kral Sargon’un nitelemesi fazlasıyla öznel görünebilir. Ancak Sargon sözlerine söyle devam eder: “karısını, oğullarını ve kızlarını, malını ve hazinelerini aldım ve son olarak halkını aldım ve onları Mezopotamya’nın güneyine (bugün Irak) sürdüm.” Anlaşılan, yerleşik halkları yurtlarından topraklarından sürmek o zamanlarda da uygulanan bir yöntemdi. 

Yunanlı tarihçi ve coğrafyacı Strabo, M.S. 7-18 yılları arasında yazdığı "Coğrafya" (Geographika) adlı ünlü eserinde Komagene’den bahseder. Komagene’nin küçük bir ülke olduğunu, Samosata (Samsat) adındaki, doğayla kaplanmış başkentte kraliyet ailesinin ikamet ettiğini, ama şimdi Roma eyaleti olduğunu anlatmış. Şehrin fazlasıyla bereketli topraklarla kaplı ve Fırat nehrinin kenarında olduğunu yazmış.

Kommagene Valileri, M.Ö. 290-163

• Sames I (M.Ö. 290-260)
• Arsames I (M.Ö. 260-22
• Xerxes (M.Ö. 228-201)
• Ptolemaeus (M.Ö. 201-163)

Komagene Kralları, M.Ö. 163-M.S. 72

• Ptolemaeus (M.Ö. 163-130)
• Sames II Theosebes Dikaios (M.Ö. 130-109)
• Mithridates I Callinicos (M.Ö. 109-86)
• Antiochus I Theos Dikaios Epiphanes Philorhomaios Philhellen (M.Ö. 86-3
• Mithridates II Philhellen (M.Ö. 38-20)
• Antiochus II (M.Ö. 29)
• Mithridates III (M.Ö. 20 -12)
• Antiochus III (M.Ö. 12 - M.S 17)
• Roma’ya İmparatorluğuna geçti (M.S. 17-3
• Antiochus IV Epiphanes (M.S. 38-72)

Komagenenin Tarihi Eserleri
Adıyaman şehrinde bulunan Nemrud 2150 metre yüksekliğinde ve bütün bölgeye hükmedercesine durmaktadır. Toros sıradağlarına aittir. Gündoğumu ve günbatımının tüm ihtişamıyla izlenebildiği bu tepede, Kommagene (Komajen) Kralı 1. Antiochos kendisi için görkemli bir anıt mezar, mezar odasının üzerine kırma taşlardan oluşan kutsal alanlar inşa ettirmiştir. Kral 1.Antiokhos'un (Tanrılar Dağı) Nemrud dağına yaptırdığı görkemli kutsal alan, kendi heykeli ve herbiri 9 m yüksekliğindedir.
Doğu ve batı teraslarda; sıra halinde dizilmiş blok halinde 8 yontma taşın üst üste oturtulmasıyla oluşturulan 8-10 metre yüksekliğinde muhteşem heykeller, kabartmalar ve yazıtlar bulunmaktadır. Heykeller, bir aslan ve bir kartal heykeliyle başlar ve aynı düzende son bulur. Hayvanların kralı olan aslan yeryüzündeki gücü, tanrıların habercisi olan kartal ise göksel gücü sembolize eder.

Korduene Krallığı
Ünlü Atinalı filozof ve tarihçi Ksenefon (M.Ö. 430-355), Anabasis (sefer) adlı eserinde “Kardukhi” dediği Kürdler tarafından Korduene Krallığı adında kurulmuş bir krallık vardı. Bu krallık Hakkari ve Diyarbakır arasında kurulmuştu. Korduene krallığı Kürt kralları ve prensleri tarafından yönetiliyordu. Ksenefonun dediğine göre bağımsız yaşayan bir halkdı ve Akamenid kralına bağlı değildiler. M.Ö. 1. yüzyılda ise Ermeni olduğu ileri sürülen Kral II Tigranes tarafından Korduene (Kürdistan) feth edilmiştir. Kral Tigranes, Korduene kralı Zarbienus’u da suikast düzenleterek öldürtmüştür. 

Yunanlı tarihçi Plutarch M.S. 1. yüzyılda, Kürdistan kralı Zarbienus’un Ermenistan kralı Tigranes’in baskısına karşı ittifak için Roma konsolosu Appius claudius yoluyla Roma generali Lucullusla gizlice irtibata geçtiğini aktarmış. Fakat bu durumdan haberdar olan Tigranes, Kürt Kral Zarbienusu, karısını ve çocuklarını Romalılar Ermenistana girmeden önce suikast düzenleterek öldürtmüş.

M.Ö. 74’de Roma generalliği ve konsolosluğu yapan Lucullus düşüncesiz olmadığı için Kürdistana girdiğinde Zarbienus onuruna cenaze törenleri düzenletmiş. Zarbienus için düzenlenen töreninde kral’ın cenazesi altın, kraliyet elbiseleri ve Tigranes’den alınan kalıntılarla süslenmiş. Lucullus kendi elleriyle süslenmiş cenazeyi kralın akrabalarıda yanındayken ateşe vermiş. Arkadaşlarına katılarak Zarbienus’un adına içerek; Zarbienusu arkadaş; ve Romalıların iyi bir müttefiki olarak anlatır. Lucullus, Kürt Kral Zarbienus anısına da masraflı büyük bir anıt yapılmasını emreder. Kürt Kral Zarbienus’un sarayında çok fazla altın, gümüş ve üç milyon ölçek mısırdan oluşan büyük hazine bulunmuş. Böylece Romalı askerlere bolca mısır temin edilmişti. Lucullus kamu hazinesinden tek kuruş almadığı için de takdir edilmişti. Böylece savaşın masrafı kendiliğden de karşılanmıştı. (Plutarch/Hayatlar/Lucullus, Bölüm 36)

İngilizce metni - Chapter 36: Zarbienus, the king of the Gordyeni, as has been said, secretly stipulated with Lucullus, through Appius, for an alliance, being oppressed by the tyranny of Tigranes. He was informed against, however, and put to death, and his wife and children perished with him, before the Romans entered Armenia. Lucullus was not unmindful of all this, but on entering the country of the Gordyeni, appointed funeral rites in honour of Zarbienus, and after adorning a pyre with royal raiment and gold and with the spoils taken from Tigranes, set fire to it with his own hand, and joined the friends and kindred of the man in pouring libations upon it, calling him a comrade of his and an ally of the Romans. He also ordered that a monument be erected to his memory at great cost; for many treasures were found in the palace of Zarbienus, including gold and silver, and three million bushels of grain were stored up there, so that the soldiers were plentifully supplied, and Lucullus was admired for not taking a single drachma from the public treasury, but making the war pay for itself.

Ermenistan kralı Tigranes yeni kurduğu “Tigranocerta” (Diyarbakır, Silvan) adındaki şehre Adiabene, Asur, Gordyeni ve Kapadokyalıları yerleştirmiş. Bu şehirde Grekler ve Kilikyadan getirilip yerleştirilmişlerde varmış. Tigranes bu insanların yerleşim yerlerini darmadağan ederek sakinlerini zorla Tigranocertada yaşamaya mecbur etmiş.

İngilizce metni - Chapter 36: Thus successful in his campaign, Lucullus struck camp and proceeded to Tigranocerta, which city he invested and began to besiege. There were in the city many Greeks who had been transplanted, like others, from Cilicia, and many Barbarians who had suffered the same fate as the Greeks,— Adiabeni, Assyrians, Gordyeni and Cappadocians, whose native cities Tigranes had demolished, and brought their inhabitants to dwell there under compulsion.

Modern Ermeni tarihçilerinden Nicholas Adontz (Armenia In The Period Of Justinian, 1970) ve Cyril Toumanoff (Studies In Christian Caucasian History, 1963)’un görüşlerini de kısaca not etmek gerek. Toumanoff, lokal “Kardukhi hanedanlıkları”ndan, bir “Gordyene Krallığı”ndan ve “Korduene prensleri”nden, 298 yılından sonra onbeş kalesi bulunan Korduene prensliğinde/devletinde Roma kontrolünden sözeder (a.g.e., s. 181-182).
Adontz, Tigranes’ın ordusundaki etnik gruplar arasında “Gordyen’ler”i de sayar (s. 31, modern Kürtler’in atalarının “Kurti”ler olduğunu söyler. Kürtler Kral Tigranesin ordusunda yer alıp birçok yerleşim yerini o dönemlerde hakimiyeti altına almıştır. Bunlar Mezopotamya, Azerbaycan, Suriye, Kapadokyadır. Kürtlerin orduda yer alması sayesinde Ermenistan Kralı İmparatorluğunu genişletebilmiştir. Kral Tigranesin Kürt olduğuna dair iddialarda vardır. Daha sonra ise Korduene Krallığı M.Ö. 55 yılında Roma imparatorluğunun bir eyaleti oldu ve 384 yılına kadar 4. asır Roma hakimiyetinde kaldı. 

Bilinen Korduene Kralları:

• Zarbienus (M.Ö. 74)
• Maniasurus (M.S. 115)

M.Ö. 63 Kürdistan: Sophene & Corduene Kürt Krallıkları



Sophene Krallığı
Sophene Krallığı Dicle ve Fırat nehirlerinin arasından kurulmuş bir krallıktır. Ermenistan krallığının güneybatısında olan Sophene Krallığı bir çok kere Ermenilerin, Perslerin ve Romalıların hakimiyetine girmiştir.

Roma imparatoru Diocletian tarafından feth edilen Sophene Krallığı, Zaza Kürtlerinin coğrafık yerleşim yeriyle kesişmektedir. Bu Sophene Krallığının Zaza Kürtleri tarafından kurulmuş olduğu tarihçiler tarafından söylenmektedir.

Sophene (Şupan, Supani) krallığı, M.Ö. 95’te Büyük Ermenistan (Doğu Ermenistan) kralı olan II. Tigran tarafından devrildi. M.Ö. 95 yılında tahta çıkan ve ‘Büyük’ ünvanı taşıyan Tigran’ın ilk işi küçük Sophene krallığını fethetmek oldu. O tarihe dek bağımsız olan Sophene de ilhak edildi ve Ermenistana bağlandı. Ermenice’de Tsophk adıyla bilinen Sophene Krallığı bugünkü Elazığ-Dersim bölgesine tekabül ediyordu. O dönemde Sophene kralı olan Artanesi tahttan indirdi. Artanes, Zariadres’in soyundandı. (Plutarch, Lucullus, Bölüm XXI), (Strabo XI. 532)

Zariadres I Sophene Kralıydı. M.Ö 201 yılında Büyük Antiochus büyük Ermenistan ve Sopheneyi Ermeni olduğu iddia edilen generaller Artaxias ve Zariadresle beraber feth eder. Antiochus, Zariadresi Sophene valise olarak atar. Antiochus’un Romalılara karşı M.Ö 201 yılında yenildigi Magnesia (Manisa) savaşında, Artaxias ve Zariadres ayaklanır. Roma fethiyle Artaxias büyük Ermenistanı, Zariadres de Sophene Krallığını bağımsız olarak yönetmeye başlarlar. Kral Zariadres’in yaptıklarına bakıldığında Zaza Kürdü olduğu izlenimi vermektedir. Zariadres (Zareh) kelimeside Kürtçeden kaynaklanabilir. Zar kelimeside Kürtçe ve Zazaca’da “Sarı” demektir. 

Bazı kaynaklara göre Urartu kralı Menua’nin bölgedeki fetihlerini anlatan Bagin’deki yazıtta Dersim ve Elazığ yörelerine Supani denmektedir. Bu adın sonraları Sofene (Sophene) şekli altında yaşadıgını görmekteyiz. 

Zaza Kürtlerinden Pers Kralı Darius da bahsetmektedir. 

Pers İmparatorluğunun hükümdarlığını yapan Pers Kralı I.Darius (Dara)’un (M.Ö. 522-486) yaşamış olup Ortadoğunun birçok ülkesini egemenliği altına almıştır. Darius, M.Ö 515 yıllarında Behistun yazıtları olarak ün kazanmış çivi yazısını hazırlatmıştır. Darius, yerden 100 metre yükseklikteki kayalıklara yazdığı Behistun kitabesinde Pers tarihinden bahsetmektedir. Behistun kitabesi üç dilde ayrı olarak yazılmıştır: Eski Farsça, Elamice ve Babilce.

Birinci sütunda Darius M.Ö 515 yıllarında Fırat nehrinin kenarında Zazana adında bir kasaba olduğunu yazmış. Bu kitabede, Dersim (Tunceli) ve Elazığ havalisi “Zazana” adı ile anılmaktadır. 

Sütununun ingilizce metni: 

[1.19] Says Darius the king: Afterwards I went to Babylon; when I had not reached Babylon - there (is) a town Zazana by name along the Euphrates.

Urartu Kralı I.Argistis (M.Ö. 780-755), Zaza Kürtlerinden bahseder. Bazı yazılarında (kitabelerinde) ise, Zazalar’ı “Zavaidi” diye göstermiştir.Bu kralın “Saski” hanedanı ile “Zuaen”lere olan düşmanlığı ve aralarındaki mücadeleler de anılmaya değer.

Yunanlı Ksenofon’da bu bölgede (M.Ö. 401 yılında), “SuSa” adında bir şehirden bahsedilmektedir. Ki bu şehir, Zazalar tarafından kurulduğu izlenimini veren “Sophene” krallığının merkezi olarak kabul edilmektedir.

Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon (Strabo) M.Ö. 65-M.S 25 yılları arasında yaşamıştır. Strabo’nun yazdığına göre, Roma imparatoru Pompey, Sophene’yi 
Tigran’dan aldı ve Nero (M.S. 54-6 onu ayrı bir krallık olarak Sohaemus’a verdi. Sophene, daha sonra ise ayrı bir krallık olarak tarihi kaynaklarda gösterilmeye başlanmıştır.

Tarihçi Yaşlı Pliny, M.S. 2. yüzyılda Anadolu ve Mezopotamya cıvarlarındaki ülkeler ve eyaletlerden bahsederken birçok kere Sophene adını kullanmaktadır (Pliny, Adiabene, 6.16, 6.10).

Tarihçi Prof. Dr. Mehrdad İzadi, Sophene’yi (Şupani) Elazığ’in büyük Subhan aşiretinden saymaktadır. Bu aşiret halen mevcuttur.

Ünlü Suriyeli Arap tarihçi, etnografist ve coğrafyacı Yaqut al-Hamawi 1179-1229 yılları arasında yaşamıştır. Hamavi’nin “Mücem ül-Buldan” adlı eseri coğrafya sözlüğü olup, tarihsel, biyografik ve kültürel bilgiler içermektedir. 
Yakut El Hamavi 12. yüzyılda Sophene’nin başkenti Arsamosata kentinin %25’inin Ermeniler tarafından meskun tutulmuş olduğunu yazmış. Buradan yola çıkarak geriye kalan %70-75’ininde Zaza Kürtleri tarafından mesken tutulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanısıra Ermeni krallarının Ermeni asimilasyonuda hesaba katıldığında; ilk kurulduğu yıllarda Kürt kenti olduğu da söylenebilir.

Sophene’nin Başkenti
Sophene Kralı Arsames (260-22: Fırat’ın ana kollarından Aratsani Nehri havzasında kendi adını verdiği Arsamosata (Arşamaşat) kentinin kurucusudur. Batı kaynaklarında Sophene Krallığı olarak anılan devletin kendi sakinlerinin dilindeki adı 'Şupani'dir. Batılı kaynaklarda ismi Arsamosata (Arşamaşat) olarak geçen Sophenenin başkenti Bizans çağında Asmosata olarak anılmıştır. Aynı isim Ermenice'de Aşmuşat'a dönüşmüş, Süryaniler kente Arşemşat, Araplar ise Sumaysat yada Sumeisgat demişlerdir.

Sophenenin başkent adının Kürtçe olduğuna dair rivayetler:

Kürd dilindeki adı Şemşat'tır. Şatır eski dilde site yada şehir yöneticisi anlamına gelmektedir. Şehir anlamına gelen Şat sözcüğünden türetilmiştir. Şat sözcüğünün İranî dillerde 'Şar', 'Şahar', 'Şehr' gibi versiyonları da vardır. Şat şeklinde söyleneni en eskisidir. Şah sıfatı dahi bu Şat kelimesinden türetilmiştir. Şemşat adının Kürd dilinde Şem (Güneş) ve Şat (Şehir)'den hareketle Güneş-Şehir, Baş-şehir anlamına geldiği Kürt dilbilimcileri tarafından söylenmektedir.

Şemşat, Elazığ’ın Palu sınırları içerisinde, Murat ırmağının Güney kıyısındadır. Palu merkez bucağa bağlı Xaraba Köyü'nün Şupani krallığının tarihi başkenti olduğunu aynı yerdekiŞemşat Kalesinin varlığından biliyoruz. Günümüzde ismi 'Örencik' olarak değiştirilmiştir. 

Yunanlı coğrafyacı Strabo Sophene’nin başkentini Karkathiokerta (Carcathiocerta) olarak göstermektedir. Bu şehirin Elazığ (Harput) şehrine yakın olduğu anlaşılmaktadır (XI.14.2). Carcathiocerta şehrinin adı da Harput adıyla benzerlik taşımaktadır.

20. yüzyılın büyük uzmanlarından biri olan Marquart’a göre Carcathiocerta kenti aslında Argatiokerta kenti olarak düzeltilmesi gerekir. Argatiokerta kentini Sophene kralı Zariadres’in oğlu Argatias kurmuştur. Marquart’e göre bu kentin kalıntıları Dicle nehrinin kaynağı Eğil veya Arghana Suyu yakınlarındadır.

Sophene Kralları:

• Sames (Kurucu-M.Ö. 290-260),
• Arsames I (M.Ö. 240),
• Charaspes (M.Ö. 235),
• Arsames II (M.Ö. 230),
• Xerxes (Kserks) (M.Ö. 220),
• Abdissares (M.Ö. 210),
• Zariadres (Bağımsız M.Ö. 190),
• Morphilig (M.Ö. 190),
• Mithrobuzanes (M.Ö. 170),
• Artanes (M.Ö. 110),
• Arsaces (M.Ö. 70),
• Roma İmparatorluğuna bağlandı (M.Ö. 63)

Strabo’daki Artanes, C. Toumanoff’a göre, Sophene kralı Zariadris (Zareh)’in oğlu Mithrobuzanes I olup, doğru adı Me(h)ruzan’dır. M.Ö. 95 yılında Büyük Tigranes II (95-55) tarafından devrilmiştir. O’na göre Armog adının daha doğru şekli de Artok (Artanes)’tur. Zariadres (Zareh) ise bağımsız Sophenenin krallığını yapmıştır ve mühtemelen Zaza Kürdlerindendir. Mehruzan ile Zareh adları Kürtçedeki Mihrican, Mîrzeban, Zara ve Zarê adlarıyla etimolojik olarak çok yakınlık göstermektedir.

Adiabene Krallığı
Adiabene krallığı, Mezopotamyada museviliğe M.Ö. 1. yüzyılda ihtida etmiş Kürtler tarafından Erbil merkezli olarak 2000 yıl önce kuruldu. Bu krallığın vatandaşlarının çoğunluğunun Kürt olduğu görünmektedir. Kraliyet evinde, Kürt Kral Monobazes, kraliçe Helena, vârisi ve oğlu İzates’in (Yazata kelimesinden türemiş ve Kürtçede “Melek” demektir) adları halen ilk din değiştirenler olarak muhafaza edimiştir.

Romalıların, İsrail kentleri Judea and Samaria’ya zaptı sırasında (68-67), oraya asker yollayan sadece Kürt Adiabeneydi.
Galilee şehrinin kuşatılması sırasında buraya yardım için birlikler yollayan Adiabene Krallığı eğer Musevi olmasaydı bu hareketin izah edilebilir bir gerekçesi olamazdı.

Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon (Latince: Strabo) M.S. 1 yüzyılda Geographika adlı eserinde Adiabene Krallığından bahseder. Strabo, Adiabene’nin çoğunlukla düzlükler ve ovalardan oluştuğunu, halen Babilonya’nın parçası olduğunu; ama Adiabenin kendi hükümdarları olduğunu yazmıştır.
Tarihçi Pliny, M.S. 1. yüzyılda Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında Adiabene’den bahseder ve şöyle der: “Eskiden Carduchi halkı (Kardukhi) olarak bilinen şimdi ise Cordueni, Adiabene’yle birleşir ve önlerinden Dicle nehri akar” (Kitap VI. 17{14}). Pliny, Adiabene adlı bölümde Adiabene’nin başkenti Erbil’i Pers Kralı Darius’un ordusunun Büyük İskender tarafından yenilgiye uğratıldığı şehir olarak tanımlar.

Yunanlı tarihçi Plutarch M.S. 2. yüzyılda Lucullus adlı eserinde Adiabene kralından bahseder ve Tigranes’le Romalılara karşı ittifak oluşturduklarını anlatır.

Ünlü Hardvard Üniversitesinin tarih profesörü Dr Mehrdad Izadi, Adiabene adının antik Kürt Hadebani (Hadhabâni) aşiretinden kaynaklandığı söylemektedir. Bu aşiret halen sentral Kürdistan olarak tanımlanan bölgede mevcuttur. Bu aşiret sürgüne maruz kaldığı için Horasan şehrindede mevcuttur.

Adiabene Hükümdarları:

• İzates I (M.S. 15),
• Bazeus Monobazus I (M.S. 20?-30?),
• Heleni (M.S. 30-5,
• İzates II bar Monobazus (M.S. 34-5,
• Vologases (İzates II karşıtı Partiyalı isyancı - M.S. 50),
• Monobazus II bar Izates (58-75),
• Meharaspes (M.S.?-116),
• Roma İmparatorluğuna geçti (M.S. 116-117),
• Narsai (M.S. 170-200),
• Bilinmiyor (M.S. 200-310),
• Aphraates (M.S. 310),
• Sasani İmparatorluğuna geçti (M.S. 226-649),


M.S. 100 yılları ve Kürt Krallıkları: Komagene, Korduene, Sophene ve Adiabene


Dicle & Fırat
Fırat ve Dicle Sularının arasındaki verimli yere tarihten günümüze Mezopotamya denilir. Mezopotamya Eski Yunanca'da "iki nehir arasındaki yer" demektir; μέσος ("arasında") ve πόταμος ("nehir"). Mezopotamya ilk tapınak, ilk yazı, ilk aritmetik, tıp, ticaret, dış ilişkiler, diplomasi, barış antlaşması, ilk türkü, ilk yontu, ilk mutfak, ilk tiyatro, ilk astroloji gibi ilklere sahne olmuş bir yöredir.

Dicle ve Fırat nehirlerinin Kürtçe olduğuna dair etimolojik tezler:

*Dicle isminin etimolojisi:

Kürtçede Tij kelimesi sivri ve keskin demektir. Tir kelimesi ise ok demektir. Dicle nehride keskin ve sivri bir nehir ve ok gibi giderek vurduğunu devirir. Tij-Dij-Dijle-Dicle kelimelerinden türemiş. T>D dönüşümü olmuş. 

Dünyada Diclenin bilinen adı Tigrisdir. Dünya dillerinede Yunancadan geçmiştir. Yunancada kelimelerin sonuna gelen –is eki gelir ve Tigrisden çıkarılınca geriye kök kelime Tigr kalıyor.

Yunanca’da J harfi yoktur. Kürtçe’deki J, Yunanca’ya G olarak geçer.

Tij-Tir-Tig-Tigr-Tigris

Tij-Dij-Dijle-Dicle

Her ikiside Kürtçedeki Tij/Tir kelimelerinden türemiştir. Dicle ismi binlerce yıllık Kürtçe bir isimdir, belkide on bin yıllık.

Kürtçe iki isim: Dicle & Fırat



*Fırat isminin etimolojisi

Batı dillerinde Fırat nehri, Euphrates olarak geçer. Euphrates adı Yunanca'dan gelen bir sözcük olup, asıl kaynak Kürtçedeki “Fere” “Re” ve “Hat” kelimeleridir.

Kürtçede: Fere “Geniş”, Re “Akan su”, Hat “Akan/gelen”

Fere Re Hat = geniş akan su. İki tane “Re” olduğu için teki kullanılmıyor. Ferehat “Geniş akan su” demektir. Yunancada –s eki kelimelerin sonu gelir bunu çıkarınca Euphrate kalır.

Ferehat = Euphrate = Fırat

Fırat nehride geniş akan bir nehirdir. Bu nehir’e neden Kürtler tarafından Fırat adının verildiği nehrin bu özelliği çok iyi göstermektedir. Fırat ismi Hint-Avrupa kökenli Proto-Kürtçe bir isimdir. Medeniyetin ilk kurulduğu Mezopotamyadaki Dicle ve Fırat nehirlerinin adlarını Kürtler vermiş olması yüksek olasılık olarak görülmektedir.

Anadolu-Mezopotamya Kaynakları
Bir Sümer tabletinde Kurtie adı altında yer alan halkın veya Kardakalar'ın eski tabletlerde adı geçen Proto-Kürt kavimler olduklarına bilim adamlarının inançları var. G.R. Driver göre bu yöre Van gölünün güneyidir. Fakat bunlar Kürt boylarının sadece bazılarını teşkil eder.

Lagaş kralı M.Ö. 2400 yıllarında Karda kabilesinden söz eder ve M.Ö. 2200 yıllarında Ur padişahı Kmil Sin (Kemil Sin), Kurde toprağını prens Verdenner'e bırakmıştır. 1370'te Hitit Padişahı Subilkubme, Gurde adında bir topluluğun adını anar. Daha sonraları Asur Kitabelerinde Karadaka Yaylasından ve kurtie, kurti topluluğundan söz edilir. (Kürtler ve Kürtlerin Tarihi, sayfa 15)

Asurlulardan kalan bir tablette bugün “Kurti” veya “Qurtie” diye okunan bir kavim adına rastlanmıştır. G.R. Driver bu bölgenin Bitlis yöresini kapsayan güneydoğu Anadolu olabileceğini düşünmüştür. Asur tabletleri Kurtiler için “Dağların Cini/Efendisi” diye yazıyor.

Tarihçi Speiser, Mesopatamian Origins adlı eserinde Kürtleri Gutiler’le ilişkilendirir.
Bu tezine kanıt olarak Asur kralı Tukulti-Ninurta (Enurta) I (1244-1208 M.Ö)‘in kayıtlarından başlayarak Quti (Guti)‘lerle bağlantılı olarak sık sık Qurti/Kurti adıyla karşılaşıldığını, Quti ve Qurti denenlerin Uqumani (Kummuhi) adlı aşiretlerin komşuları olarak sık sık birlikte anıldıklarını ve yazıtlardaki bu referanslarda Quti (Guti) denenler ile Qurtiler’i birbirinden ayırmanın pratik olarak imkansızlığını öne sürüyor.

Asur kralı Tiglath-pileser’in (M.Ö. 1114-1076) zafer silindiri Kürt adının geçtiği en eski kayıtlardandır. Kurti veya Qurtie adındaki yerin kral tarafından feth edildiğini ve bu bölgenin Van gölünün cıvarları olduğu anlatılmaktadır. Kurti adı verilen yerin adının günümüzdeki adı ise şaşırtıcı bir şekilde halen aynıdır. Fakat son 60 yılda değiştirilmiştir. 

Asur kralı Tiglath-Pileser II (M.Ö. 745-727) Kur-ti-e diye adlandırılan bir kabileyle savaş yapdığı görülmektedir.

Salmaneser I’in yazıtında Kirkhular, Kurkhiler gibi adlar, “Tiglat-Pileser I’in bir yazıtında onun zapettiği yerler arasında “Mekhri (Mikhri)” ve “Bisri” bölge adları, Tukulti-Ninib I’in fetihleri arasında “Kurti” (Kur-ti-i), Tiglat-Pileser II’nin yazıtlarında “Quru” halkı gibi adlar geçer. Şerefname Kürdistan’da Mekri adında bir vilayet ve Şehrizor’da bu adda bir aşiret sayar. (Seyfi Cengiz, Kürtler’in orijini)


Greko-Roma Kaynakları

Herodot

M.Ö. 5'ci yüzyılda yaşamış olan ve “Tarihin Babası” olarak tanınan Yunanlı Herodot Herodotus), Halikarnas şehrinde doğdu. Kendi anlatımına göre Mısır, Mezopotamya , Pontus ve Pers hükümdarlığını gezdi. Güney İtalyanın Thurioi şehrini kurdu ve orada yaşadı. M.Ö. 447 Atinaya yerleştı. Genç yaşta Roma’da yazarlığa başlayan Herodot Yunan-Pers Savaşları, Yunanlılarla Barbarlar, Genel Tarih gibi üç kitap bıraktı. Yaklaşık 64 yıl yaşayan Herodot tarihin ilk büyük gezgini ve ilk tarihçisiydi. Historia adını alan yapıtı tarihin ilk tarih kitabı oldu.

Halikarnaslı Herodotus kitabında Paktilerden bahsetmektedir ve Ksenefon’un anlattığı Karduklar (Kürtler) olabilir. Heredot’ta Darius’un 13‘üncü satraplığında Ermenistan’la birlikte Pactyic Ülkesi anılır. Pactyic sözcüğünü Bohti (Bohtan, Botan) olarak yorumlayanlar var. Ksenefon Karduklardan bahsederken Ermenistan ve Kürdistan sınırının Botan sınırı olduğuna işaret etmektedir dolayısıyla Botan ve Kardukların arasında yakın ilişki vardır. Bazı tarihçilerin görüşlerine göre Heredot’ta Kürtler Pacty (Bohti) adı altında anılmış olmalıdırlar.

Ksenefon
Grillos’un oğlu, Diodoradan doğma tarihçi ve filozof Xenophon veya Ksenefon Milattan önce 431 yılı civarında Atina yakınlarındaki Erxieon’da doğdu. Yunanca Sokrates olarak telaffuz edilen filozof Sokrates’in öğrencisi idi. 
Yunancada, Ksene = yabancı, fon = ses. Ksenefon= yabancı ses, yabancılarla konuşan demektir.

Ünlü filozof ve tarihçi olan Atinalı Ksenefon (M.Ö.430-355) Anabasis (sefer) adlı eserinde yaşanan olayların yanı sıra geçtiği bölgelerde yaşayan halklar konusunda birçok bilgiler verir.

Pers Kralı Darius 

Pers İmparatorluğunun Batı Anadolu valisi olan Kiros/Keyhüsrev’in babası Pers kralı Darius (Kürdçe DARA) ölmüş. Büyük oğlu Artakserksis tahta geçmiş ama Kiros (Cyrus) adlı küçük kardeş tahta çıkan kardeşi II Artakserksise (M.Ö. 404-35 karşı isyan etmiş ve tahtı ele geçirmek için ordu toplamaya başlamıştı. Kiros, babasının ölümünden sonra büyük Pers kralı olan Artakserksis'e karşı sefere hazırlanıyordu. Bu orduda onbinlerce Yunanlı paralı asker vardı ve ordusundaki asker sayısı yaklaşık 300 bin kişi kadardı.

10 bini aşkın Yunan ordusunun da İran seferi başlamıştı. Ksenefon, M.Ö. 401 yılında Pers kralının oğlu Kiros’un komutanlığında, Kral ikinci Artakserksis’e karşı bu sefere katıldı. Ksenefon bu olayı baştan sona kaydetmek üzere bir savaş muhabiri olarak bu askeri sefere katılmıştır (Ksenefon’un Ellinika adlı kitabı, III. kitap, I. bölüm).

Savaşta, Ksenefon, kral adayı ve dostu Kiros’u kaybetti. Yunanlılar savaşı kazanan taraf olmasına rağmen, destekledikleri kral adayı Kiros öldürülmüştü. Kiros muharebede öldürülünce abisi Artakserkis mutlak kral olarak kalır. Bir yandan savaşı kazandıkları için galip sayılırlarken, öte yandan da, destekledikleri Kiros öldürüldüğü için mağlup sayılıyorlardı. Kunaksa (Cunaxa) yenilgisinden sonra memleketlerine dönmek üzere yola çıkan Helen askerlerinin kumandanı da öldürüldüğü için 10 bini aşkın Yunanlı asker başsız ve komutansız kalmıştı. Bunun üzerine Ksenefon yeteneği ile kendisini komutan seçtirmişti. Ve Yunanlılar Ksenefon komutasında Yunanistan’a geri dönmeye başladılar. İşte bu dönüş tarihte “Onbinlerin Dönüşü olarak” adlandırıldı. (Yunancası “Kiru Anavasi”).
Ksenefon

Onbinler, dönüşlerinde Kürdistandan ve Ermenistan da geçtiler. Komutan Ksenefon da başından geçenleri yazdı. Kiru Anavasi kitabı ortaya çıktı. Kiru Anavasi’nin 4. kitap olarak adlandırılan bölümü, Onbinlerin Kürdistandan geçişini anlatır.

Yunanistana geri dönen ordunun Kürdistana giriş tarihi: Milattan Önce 14 Kasım 401 idi. 20 Kasım’a kadar Kürdistan içerisinde yol alan ordu, 21 Kasımda Kendriti Nehri denilen bugünkü Botan çayına ulaştı. Ermenistana girdi.

22 Kasım da Botan çayını aştılar. Ermenistana girdiler. Kürdistanda geçişleri toplam bir hafta, yani 7 gün sürdü. 

Botan çayı o zamanlar Pers kralının desteğinden dolayı güçlü olan Ermenilerle, bağımsız yaşayan, yani Pers kralının bile hükmedemediği Karduklar arasında sınır teşkil ediyordu. Kürdler o zaman Persler ile müttefikleri Ermeniler arasında bir hayli sıkıştırılmış durumdaydılar.

8 Aralık 401 tarihinde Fırat nehrine kavuştular.

Taox’lar ülkesine vardıklarında tarih 31 Ocak 400 idi.

1 Şubat 400 de Makronların ülkesine vardılar. 

10 Şubat 400 de Trabzona 15 Martta ise Giresuna kavuştular.

4 nisanda o zamanki adı ile Kotiora, olan bugünkü Türkçeleşmiş telaffuzu ile Ordu şehrine vardılar.

28 Mayıs’ta Yunanlıların iraklia dedikleri bugünkü Karadaniz Ereğlisinde idiler. (Arap harfleriyle iraklia yazılınca EREĞLi okunduğu için Türkler? yanlış okuma sonucu EREĞLi demiş).

Ekim 400 tarihinin başlarıda bugünkü İstanbul boğazı geçilmiş. 

Mart 399 da ise Komutan Ksenefon ordusunu Ispartalı komutan Thivronaya teslim etmiş ve sefer sona ermiş.

Ksenefon ve Kürdistandan Geçişi
Tarihçi ve komutan Ksenefon (Xenophon) Milattan önce 401 yılında yazdığı Anabasis (onbinlerin dönüşü) adlı eserinin üçüncü kitabındada Karduklardan sözeder. 

Yunanlı Ksenefon 10 bini aşkın ordusuyla Pers ordusunu yendikten sonra başladığı yolculuktan geri dönerken Kardukların ülkesinden geçer ve Kardukların saldırısına uğradığını anlatır.

Mesela:

* Kürdlerin kimsenin hakimiyetini kabul etmeden özgür yaşadıklarını yazmış. Onun tarifine göre Karduklar dağlar arasında yaşayan savaşçı bir halktı. Akamenid (Pers) kralına bağlı değildiler. Onların ülkesinden sonra Ermenistan gelmekteydi. 

Komutan Ksenefon, üçüncü kitabının sonunda değinmeye başladığı Karduklardan bahseder:

*Karduklar çok savaşçı ve pek çevik insanlardı, İran şahı Artakserksise (Artaxerxes) düşmanı olup; ona tabi değillerdir. O kadardı ki Karduklar bir defasında 120 bin kişilik İran kraliyet ordusu bunların ülkesini işgal etmiş, bir teki bile geriye dönemeden yok olmuştur, sebebide Kürdistanın karmakarışık oluşu.
Ksenefon, Kardukhların, İranlılardan bambaşka soydan ve onlara çok düşman olduklarını, bir tanık olarak anlatmıştır.

Ksenefon dördüncü kitabında tekrar döner ve şunlardan bahseder:

*Kardukların ülkesine girdiklerinde düşmanın geçiş yollarını kapamamaları için sessiz ve hızlı bir şekilde ilerleme düşünceleri olduğunu yazmış.

*Kardukların toplanarak öndeki askerlere saldırdığını bazılarını öldürdüğünü ve diğerlerinide yaraladıklarını ve bu saldırının kendilerini sürpriz bir şekilde yakaladığını yazmış. Eğer Kardukhlar daha büyük bir rakamla bu saldırıyı yapsalardı ordusunun büyük bir bölümünün yokedilmiş olacağını anlatmış.

*Kardukların çok iyi savaşçılar olduğunu, ellerinde boyları büyüklüğünde yayları ve uzun okları olduğunu yazmış. Mükemmel okçu olduklarını ve yayları gererlerken sol ayağı ile yayın ağaç kısmına basıp kirişi gerdiklerini belirtmiş. Kürd oklarının büyük ve kuvvetli olduğundan Yunan askerlerinin kalkanlarını ve göğüs zırhlarını delip geçtiğini ve askerleri öldürdüğünü yazmış. Kürd oklarının bu özelliklerinden dolayıda Yunan askerlerinin o okları yerden alıp mızrak yerine geri fırlattığıı yazmış.

*Sapan kullandıklarını yazmış. Taş, ok ve sapanlarla bir nevi gerilla savaşı yürüttüklerini yazmış. Hep beraber saldırdıklarında , hep bir ağızdan, saldırı marşı biçiminde bir marş söylediklerini yazmış (Kürdçedir).

*İşgal sırasında Kardukların çoluk çocuğunu alarak dağlara çekilip işgalciye karşı direndiklerini yazmış. Kürd köylerindede epeyce bakır eşya olduğunu yazmış.

*Karduklarin dağlarda ateşler yakarak, bu ateşlerle biribirleriyle haberleştiklerini yazmış.

*Düşmanın kendilerini çok kızdırdığını, tuzak kurarak bazı Kürdleri öldürdüklerini, birkaçınıda canlı yakaladıklarını ve böylecede kendilerine zaman kazandıklarını hemde ülkelerini bilen birisine itimat edebileceklerini yazmış.

*Kürd köylerinde, Kürd evlerinin çok güzel olduğunu, bol yiyecek bulunduğunu ve bu evlerde bolca şarap bulduklarını, şarap saklama sarnıçlarının sıvalanmış iyi sarnıçlar olduğunu yazmış. Yani, Kürdlerin çok modern ve gelişmiş bir toplum olduğunu anlatmış.

*Kürdlerin geçiş yollarını tıkadıklarını ve üstlerine tonlarca ağırlıkta kayalar attıklarını ve askerlerinin paramparça olduğunu, bazılarının öldüğünü, diğerlerinin kol ve ayaklarının koptuğunu anlatmış. Birkaç çarpışmadan sonra Ksenefonun anlaşma önerdiğini, ölü Yunanlılar’ın cesetlerini istediğini anlatmış. Kürdlerinde, Yunanlılara “evlerimizi yakmazsanız ölülerinizi size teslim ederiz”, dediklerini yazmış. 

Tarihteki ilk Kürd-Yunan anlaşması. Bu anlaşma yapılırkende tercüman kullanılmış herhalde: Yunanca - Kürdçe.

*Anlaşmaya rağmen görüşmeler daha bitmeden Karduklar yeniden taşlar yuvarlamaya başlarlar. Yürüyüş ertesi gün Karduklar’la savaşa savaşa devam eder.

*Nihayet Yunanlılar “Kürdistan” ile Ermenistan’ı ayıran sınır olan Centrites Nehri‘ne (Ancient Turkey kitabının yazarı Seton Lloyd’a göre bu nehir Dicle’nin doğu kolu olan modern Botan Irmağı’dır) ulaşır.

*Yunanlılar, Kardukların ülkesini yedi günde geçtiler ve bu süre zarfında hep çatıştılar (IV. Kitap, s. 279). Yunanlılar nehrin karşı yakasında Akamenidler’in Ermenistan satrapı Orontas’ın Ermeni, Mardi/Mard ve Chaldaean paralı askerlerinden oluşan ordusunu gördüler. Kendilerini izlemekte olan çok sayıda silahlı Karduklar’ın saldırıları altında çatışarak nehri karşıya geçtiler.

*Kürdistandan 7 günlük geçiş süreci boyunca hiç uyuyamadıklarını ve sürekli savaştıklarını, çok sayıda silahlı Karduklar’ın saldırıları altında çatışarak Kürdistandan çıktıktan sonra rahat bir uyku uyuyabildiklerini yazmış.
Sonraki yürüyüşleri Ermenistan içine devam etmiş. (IV. Kitap, s. 287-91). 

Bu haritada Ksenefon’un anlattığı Kürd bölgeleri ve Ermenistanı ayıran sınır. 

Dicle’nin doğu kolu olan modern Botan Irmağı Van Gölünün altındaki uzun koludur.
Ksenefonun bahsettigi Onbinlerin geri çekilişi sırasında Ermenistan ordusunda Mard paralı askerleri de bulunuyordu. Mard ve Khaldi (Chaldi) kabileleride tarihçilerin çoğu tarafından Kürt sayılmaktadır. Kalli aşireti adında Kürt aşiretleri mevcuttur. “Kan” eki ise ait olma ekidir. Kallikan ise Kallikanlılar anlamına gelir; Khaldi>Kalli>Khallikan.
Yunanlı tarihçi Herodota göre Mardlar iranik bir halkdı. Ortadoğu uzmanı Marquart’in fikrine göre Mardlar Kürtlerin ta kendisidir. Mardlar, modern tarihçi Adontz’a göre, Atropatene (Medya, Azerbaycan)’den gelme göçmenlerdir.

Ksenefonun izlediği rota ve Kürt kabileleri: Carduchi, Mardi, Chaldi


Kürdler bu sınırların diğer yerlerindede yaşıyordu tabiki. Ksenefonun anlattıkları özellikle Kurmanc Kürdlerinin bir kısmı olabilir. Ermeniler bu bölgeye eskiden Trakya-Balkan bölgesinden göç ettikleri ıspatlandı.Yunan tarihçiler Heredot ve Strabo da Ermenilerin Trakyadan doğuya göçtüklerini yazmış. Ermeniceninde Trakya dili olduğu ıspatlandı. Ermeniler oralara daha gelmemişken Ermenilerin yaşadığı yerlerde Kürdler yaşıyordu.
Professor Manandian: “There is no doubt, that they were closely related to the Thraco-Phrygians (Trako-Frigleri).”

*Ksenefon Kürdistandan geçişleri süresinde başlarına gelen felaketlerin, Pers ordusuna karşı savaştıklarında başlarına gelenlerden daha fazla olduğunu yazmış.Ksenefonun 10 bini aşkın ordusuyla çıktığı yolda geri sadece 2 bin asker dönebilmiş.

Ksenefon’un “Karduklar” ve “Kardukhya” hakkında kısmen dedikleri bunlardır. 

Kardukların modern Kürdler’in ataları olduğu görüşü bilim dünyasında kabul görmüştür. 

Etimoloji

NOT: Ksenefon Kürdlere Kard-ukh-oi demektedir. 
Yunan dili uzmanı Ali Karduxos’un açıklaması: 
KardKürd demek. Kürdçedeki ‘u’ harfini Yunanlılar telaffuz edemiyorlar. Bundan dolayı da “a” olmuş. “-ukh” eki eski Ermenice çoğul ekidir yani Türkçedeki -LER ile -LAR eki karşılığıdır. Ermeniler Kürdlere Kurd-ukh/Gurd-ukh diyorlardı eski çağlarda bu da Kürd-ler demektir. 

Yani Ksenefonun kullandığı Kard-ukh “Kürd-ler” demek. Bunu Ermenilerden duymuş.

Ama Ksenefon bu kelimeye bir de yunanca çoğul eki olan Kardukh-oi'yi ekleyerek KARD-UKH-Oİ’ demiş. Bugünkü Türkçeye de ‘Kard-ukh-lar’ olarak çevrilmiş.

Yani KARD-UKH-Oİ “KÜRD-LER-LER” demek.

Tarihçi ve coğrafyacı Strabo, M.S. 1. yüzyılda Geographika adlı eserinde şöyle yazmaktadır: “Dicle nehrinin bulunduğu yerler Kürtlere aittir. Gordyaei (Gordyaea) bölgesi, antiklerin “Kardukhi” (Ksenefonu kastediyor) dediği yerle aynı yöredir.”

Tarihçi Yaşlı Pliny M.S. 2. yüzyılda Naturalis Historia adlı eserinde şöyle yazmaktadır: “Eskiden Carduchi halkı (Kardukhi) olarak bilinen şimdi ise Cordueni, Adiabene’yle birleşir ve önlerinden Dicle nehri akar (Naturalis Historia VI. 17 [14]).

Polybius

Yunanlı tarihçi Polybius (Polybios) M.Ö. 203’de Megalopolisde doğdu ve M.Ö.120 yıllarında öldü. Yazdığı 40 kitapdan sadece 5 tanesi bugüne kadar gelebilmiştir. 
Polybius, “Tarihler” (The Histories) adlı eserinde Selefkosların isyancı Medya (İran/Mezopotamya) satrapı (Vali) Melon‘un ordusunda “Cyrtii” (Kirti, Kurti)’ler olarak adlandırlan sapancılardan sözeder (Polybius, II. cilt, 5. kitap, 52 madde). Seleucia ve Babil’i alarak Kızıl Deniz’e dek tüm topraklara hakim olan Melon, ardından Susa üzerine yürürse de burada başarılı olamaz. Sonunda Medya’nın güneyinde Suriye kralı Büyük Antiochus III tarafından M.Ö. 217’de yenilgiye uğratılır. Melon’un bu isyanında özellikle sapancı kuvvetlerini oluşturan Kirtiler’e (Cyrtii) güvendiği kaydedilmektedir.

Polybius (200-118 M.Ö), Strabo (M.Ö. 64-M.S 24) ve Ptolemy (M.S. 90-16’de kısmen değişik şekiller altında ilk kez Xenophon’un eserinden bildiğimiz Karduk’lardan da sözederler. Polybius’un kaydına göre aşağı Suriye üzerinde hakimiyet için Mısır kralı Ptolemy III ile M.Ö. 217 yılında yaptığı savaşta bir süre önce isyancı Medya satrapı Melon’u yenilgiye uğratan Selefkos kralı Antiochus III’ün ordusunda “Cardaces” (Cardac’lar veya Karda’lar) da vardı (Polybius, II. cilt, 5. Kitap, s. 265-66 ve 269).

Bergama Kralı III. Eumenes
Pers Akamenid imparatorluğunun M.Ö. 330’da Büyük İskender tarafından feth edilişinin ardından bir buçuk asır sonra Selefkos/Makedon dönemi başladı. Kürtlerin, ilk defa batı Anadoluya yerleştirilişi “Kardakes Yazıtları” adlı kitabede kaydedilmiştir. Bu dönem M.Ö. 181 yıllarına denk gelmektedir. 

Güneybatı Anadoludaki Muğla şehrinde, Telmessus (modern Fethiye) ilçesinin sahil kenarlarında keşfedilen ve Bergama Kralı Eumenes III tarafından (M.Ö. 197-154) yazdırılan kitabe güneybatı Anadoluya (Likya) yerleştirilmiş Kürtler hakkında aydınlatıcı bilgiler içermektedir. Yunanca yazılan kitabenin adı “Kardakes yazıtları” olarak bilinir. Kitabeden anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerin, Selefkoslar tarafindan Romalılara karşı militer rezerv amaçlı olarak Likya’ya yerleştirildikleri sanılıyor. Kardakan aşireti (Yunanca Kardakoi, Latinleşmiş şekli Cardaces), bugün hala mevcuttur.

Strabon

Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon (Latince: Strabo) M.Ö. 65 Amasya'da doğmuş ve M.S. 25 yıllarında ölmüştür.
Amasya'dan ayrılıp Nil boyunca gezmiştir. Kendisi batıda Sardunya'ya, kuzeyde Karadeniz'den güneyde Etiyopya'nın sınırlarına kadar seyahat ettiğini söylemektedir.
En ünlü eseri o dönemin bilgisine göre dünya coğrafyasını anlattığı 17 ciltlik "Coğrafya" (Geographika) adlı eseridir. Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak da bilinen Strabon'un bu eseri bir çok dile çevrilmiştir. Coğrafya’nın babası Strabon Geography adlı kitabındada Kürdlerden bahsetmektedir.

Kürt Krallıkları: M.Ö. 63 Sophene & Corduene



Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161-62, Suriye başlıklı bölüm).

Eskilerin Kardukhi dediği halka kendisi Gord diyor. K>G dönüşümü var. Yunanlılar Kürdçedeki ‘u’ harfini telaffuz edemedikleri için Straboda Kürd yerine Gord demiş.

*Dicle nehrinin bulunduğun yerlerin Kürtlere ait olduğunu söylüyor. Gordyaei (Gordyaea) bölgesine de değinen Strabon, bu bölgenin antiklerin “Kardukhi” dedikleri aynı yöre olduğuna işaret eder. Strabon, Gordyaei’ye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde saymaktadır. Mükemmel yapı ustası (mimar) ve kuşatma makineleri yapmada uzmanlıklarından dolayı ün salmış Gordyaeiler’in bu sebeple Artaxiad hanedanlığının en ünlü kralı olan Tigranes (Tigran II) tarafından hizmete alındıklarını, Gordyaea ülkesinin en büyük ve en iyi parçasının Roma generali Pompey tarafından Tigranes’e verildiğine işaret etmektedir.

24. Maddenin ingilizce metni: Near the Tigris lie the places belonging to the Gordyaeans, whom the ancients called Carduchians; and their cities are named Sareisa and Satalca and Pinaca, a very powerful fortress, with three citadels, each enclosed by a separate fortification of its own, so that they constitute, as it were, a triple city. But still it not only was held in subjection by the king of the Armenians, but the Romans stok it by force, although the Gordyaeans had an exceptional repute as master-builders and as experts in the construction of siege engines.,

Bugün tarihi Kürdistanda bulunan yapıtların önemli bir kısmıda Kürdler tarafından inşa edilmiştir. Strabonun anlattıklarından yola çıkarak bugünkü Ermeni yapıtlarının bazılarınıda Kürdlerin inşa etmiş oldukları anlaşılmaktadır.
Strabo, “Kardakes” adının kökünün savaşçı (yiğit, yiğitçe, erkekçe) anlamlı “Carda” (Karda) sözcüğü olduğunu, söyleyerek özetle şu açıklamayı yapmaktadır: Persler (Akamenidler)’de gençler gün doğmadan uyandırılır, onlardan ellişer kişilik gruplar oluşturulur ve her grubun başında bir kralın yada satrapın oğlu olduğu halde kendilerine askeri eğitim yaptırılır. Bu ellişer kişilik gruplara veya bu grupları oluşturan gençlere (kişilere) “Cardaces (Kardakes)” deniliyor. Bunlar soygun ve yağma ile yaşadıkları için savaşçı, yiğit anlamlı Carda’dan türeme bir ad taşıyorlar. Ama çevirenin (Groskurd) notuna göre onun sözünü ettiği Cardace’ler Persler değil, yabancı askerlerdir, daha doğrusu sonraları kendilerine Gordyaei veya Gordyeni denilen ve en son olarak da bugün Kürtler olarak bilinen Ksenefon’da bahsi geçen Karduklar’dır.
Ptolemy, Kardukların Geliler’in aşağısında Margasiler’le Cadusiler’in topraklarına yakın bölgelerde gösterir ve daha ilerde ise Gordyene’den ve Gordyaei Dağları’ndan sözeder.

Kürt ve Kürdistan adı Gord ve Gordyaea olarak 1, 8, 21, 24 ve 25. maddelerde geçer.

Diodorus Siculus
Yunan tarihçi Diodorus Siculus Sicilyanın Agyrium ilçesinde M.Ö. 90 yıllarında doğmuştur. Soyadını doğduğu şehir Sicilyadan almıştır. M.Ö. 30 yıllarında hayatını kaybetmiştir. Diodorus Siculus, M.Ö. 66 yılında “Tarih Kütüphanesi” (Bibliotheca historia) adında muazzam bir eser yazmıştır. Bu eser üç bölüm olup, 40 tane kitapdan oluşur ve dünya tarihi hakkında bilgiler içerir. Diodorus bu eserinde Pers Kralı Darius’un hükmettiği ülkeler arasında Kürt krallıkları Gordyene ve Sophene’yi sayar (Diodorus Siculus, Library of History, 40.4).

Titus Livius

Romalı tarihçi Tito Livio veya Titus Livius (Livy) “Roma Tarihi” (History of Rome, Ab Urbe Condita) adında muazzam bir eser yazmıştır. M.Ö. 59 yılında doğan Livy yine M.S. 17 yılında Kuzey İtalyanın Venedik şehrine bağlı Patavium (Padua) kasabasında hayatını yitirmiştir. Livy çalışmalarını özellikle Roma İmparatoru Augustus’un hükümdarlığı döneminde yazmıştır. Livy’nin çalışmaları aslında 142 kitapdan oluşmaktadır ama sadece 35 tanesi mevcuttur.

Livy, Selefkos İmparatoru Büyük Antiochus III. M.Ö. 190 yılında Romalılara ve Bergamalılara karşı Yunanistanı ele geçirmek uğruna yaptığı Magnesia (Manisa) muharebesinde yenildiğini ve Antiochus’un 65-70,000 kişilik ordusunda Kürt okçular olduğunu anlatmaktadır (mixti Cyrtii funditores et Elymaei sagittarii).

Selefkos İmparatoru Büyük Antiochus III


Livy, Anticohus’un ordusunun özelliklerini, düzenleniş şeklini ve kimlerden oluştuğunu anlatırken şöyle der; 1200 güçlü ve 3000 hafif piyade asker, Yarısı Cretanlı (Giritli), ve Trallesliydi. Bunların arkadasında 2500 Misyali yine okçu vardı, çizginin sonundada karışık Kürt sapancıları ve Elamlı okçuklar vardı. 

İngilizce Metni: Then came the Dahae, mounted archers, 1200 strong; then 3000 light infantry, half of them Cretans and half Tralles. Beyond these again were 2500 Mysian bowmen, and at the end of the line a mixed force of Cyrtian slingers and Elymaean archers.

Sol kanada 4000 tane Psidyalı, Pamphyliyalı ve Lidyalı, sağ kanatta ise aynı sayıda karışık Kürt ve Elamlı okçuların dizildiğini, yakın mesafedede 16 tane fil olduğunu yazmış.
İngilizce Metni: The History of Rome, Chapter 37, Paragraf 40: Then came 4000 caetrati, Pisidians, Pamphylians and Lydians, next to these Cyrtian and Elymaean troops equal in number to those on the right wing, and finally sixteen elephants a short distance away.

M.Ö. 171 yılında Eumenes II.’nin ordusunda Kürt askerler bulunur. Eumenes II, Yunanistanı Makedon kral Perseus’un elinden almak Roma Generali Licinius Crassus ve Quintus Mucius komutasındaki Roma Cumhuriyet ordusuna yardım ediyordu. Savaş, Yunanistanın Thessaly şehrinin (Selanik) Peneüs nehrinde gerçekleşmiş. Tarihçi Livy ittifak güçlerinin nitelikleri anlatırken şöyle yazar; Önlere 200 Galatyalı süvari ve 300 tane Eumenes tarafından getirilmiş Kürtler halkından (Cyrtiorum gentis) oluşan destek kuvvetleri atandı; 400 tanede Selanikli süvari hazırlandı.

İngilizce Metni: On their front were posted 200 Gaulish troopers and 300 Cyrtians from the auxiliary troops brought by Eumenes; 400 Thessalian cavalry were drawn up a short distance beyond the Roman left. (Livy's History of Rome, Kitap [42.58])

Latince Metni: ducenti equites Galli ante signa horum instructi et de auxiliis Eumenis Cyrtiorum gentis trecenti. Thessali quadringenti equites paruo interuallo super laeuum cornu locati. Eumenes rex Attalusque putine omni manu sua ab tergo inter postremam aciem ac uallum steterunt.

Pliny

Pliny (Gaius Plinius Secundus), 23 yılında Como, İtalyada doğdu. Tarihde “Yaşlı Plinius” olarak bilinir. 35 yıllarında babası tarafından Roma’ya ***ürülüp orada babasının arkadaşı şair ve kumandan Publius Pomponiusdan eğitim almıştır. Roma’da bitkibilim (botanik) ve süslü şekilde budama sanatı üzerine eğitim almıştır. Daha sonra Romalı filozof Senecanın etkisi altında kalarak felsefe ve retorik öğrencisi olmuştur. Hukukda okuyarak avukatlık yapmaya başlamıştır. Naturalist, tarihçi, ansiklopedist ve yazar olan Pliny (Plinius), Naturalis Historia (Natural History) adlı ünlü kitabını yazarak tarihi bir eser bırakmıştır. Naturalis Historia 37 kitapdan oluşmaktadır. 79 yılında ise İtalyadaki Vesuvius yanardağının püskürmesiyle hayatını kaybetmiştir.

Pliny, Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında Kürtlerden bahsetmektedir.
Pliny, Natural History VI.xviii.46. bölümünde Kürdistana Gordyæi (Gord Yurdu) demektedir. Dicle (Tigris) adlı bölümde Dicle adının Med dilinde “Ok” anlamına geldiğini ve nehrin adını ise ok’un hızlılığından aldığını ve Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini yazmış.

İngilizce metni: When its course becomes more rapid, it assumes the name of Tigris, given to it on account of its swiftness, that word signifying an arrow in the Median language. ((The Natural History. Pliny the Elder. John Bostock, M.D., F.R.S. H.T. Riley, Esq., B.A. London. Taylor and Francis, Red Lion Court, Fleet Street. 1855 - VI. Kitap, bölüm. 31)

Dicle nehrinin Ermenistandan başlayıp ''Kürdistan dağlarından'', yine bir Kürt bölgesi olan Adiabene’den, Apameadan ve Mesene kasabasından geçtiğini yazmış. (Kitap VI. 31)

Kafkas kapılarının ardında Gordyaean (Kürdistan) Dağlarında Valli ve Suarni diye barbar ve gaddar kabilelerin halen bulunduğunu fakat onların altın madenlerini işlettiklerini yazmış. (Kitap VI. 12 [11],)

Eskiden Carduchi halkı (Kardukhi) olarak bilinen şimdi ise Cordueni, Adiabene’yle birleşir ve önlerinden Dicle nehri akar diye yazmış. Kitap (VI. 17 [14])

Plutarch

Yunanlı tarihçi Plutarch (Mestrius Plutarchus) Milattan sonra 46-120 yılları arasında yaşamıştır. Yunanistan’ın Chaeronea kasabasında doğan Plutarch aynı zamanda biyografist, felsefeci ve antik çağ ansiklopedistidir. Zengin aileden geldiği için Atina Akademisinde 67 yaşından sonra felsefe, retorik ve matematik eğitimi almıştır. Hayatının büyük bölümünün Romada geçdiği tahmin edilmektedir fakat Yunanistana dönüp orada 125 yılından önce öldüğü anlaşılmaktadır. 

Plutarch’ın en ünlü çalışması “Parelel Yaşamlar” (Bioi paralleloi) adlı eseridir. Bu çalışma 46 tane ünlü Romalı ve Yunanlının biyografilerinden oluşuyor. Bazıları karşılaştırılmalı (paralel) olarak bir Yunanlı, birde Romalı olarak anlatılmış. 

Plutarch (Plutark), Roma generali Lucullus’un hayatını ele alan bölümde Kürt ve Kürdistandan bahsetmektedir. Kürdistan kralı Zarbienusdan bahseden Plutarch, Ermenistan kralı Tigranes’in baskısına karşı ittifak için Roma konsolosu Appius claudius yoluyla Roma generali Lucullusla gizlice irtibata geçtiğini aktarmış. Tigranesin, Kürt Kral Zarbienusu, karısını ve çocuklarını Romalılar Ermenistana girmeden önce suikast düzenleterek öldürdüğünü ve Romalıların Zarbienus adına cenaze töreni düzenlediğini anlatmış.

M.S. 115 yıllarında Korduene kralının adı Manisarus idi. Korduene (Kürdistan) şehirleri, Hübschmanna göre Die altarmenische Ortsnamen, 239, and Armenische Grammatik, i/2, 518-20 adlı kitabında fetihden sonra Ermeniceleştirilmeye tabi tutulmuş.

Ptolemy

claudius Ptolemaeus (Ptolemy) M.S. 90 yılında Mısırda doğdu, 168 yılında da hayatını yitirmiştir. Ailesinin geçmişi hakkında herhangi bilgi mevcut değildir. Roma vatandaşı olan Ptolemy, Yunanca konuşabilen, coğrafyacı, astronom ve astrologdu. Birçok görüşe göre Ptolemy Helenize olmuş Mısırlıydı. 
Ptolemy, Carduchiler’i (Kürtleri) Geliler’in aşağısında Margasiler‘le Cadusiler’in topraklarına yakın bölgelerde gösterir ve daha ilerde ise Gordyene‘den (Kürdistan) ve Gordyaei Dağları’ndan sözeder. Suriye üzerinde hakimiyet için Mısır kralı Ptolemy III ile M.Ö. 217 yılında yaptığı savaşta bir süre önce isyancı Medya satrapı Melon’u yenilgiye uğratan Selefkos kralı Antiochus III’ün ordusunda “Cardaces” (Cardac’lar veya Karda’lar) da vardı.

Ayrıca, Ptolemy istemeyerek de olsa Kürt aşiretleri hakkında bilgiler vermektedir. Diyarbakırın Bekiranlıları için Bagraoandene, Antep’in Belikanlıları için Belcanea, Hakkarinin Tiriganlıları için Tigranoandene, Elazığın Subhanlıları için Sophene, Dersimliler için Derzene, Botanlılar için Bokhtanoi aşiretlerinin adlarını verir. Bu aşiretler bugün halen mevcuttur.

Dio Cassius

II.Yüzyılda yaşayan Romalı politikacı, yönetici ve tarihçi Dio Cassius (Cassius Dio Cocceianus) M.S. 155 yıllarında Nicaea (İznik), Bitinyada doğmuştur. Babası Cassius Apronianus, Dalmatya and Kilikya yöneticisiydi. Babasının ölümünden sonar Kilikyadan ayrılıp Romaya gitti, daha sonra Senato üyesi oldu. Bütün Roma tarihi üzerine geniş çapta Yunanca 80 kitap yazmıştır ve sadece 19 tanesi bu zamana kadar yaşayabilmiştir. Daha sonra hastalıktan dolayı emekliliğe ayrılan Dio Cassius M.S. 240 arasında Nicaeada ölmüştür.

Dio Cassius, Roma Tarihi (Histoire romaine) adlı eserinin 68. kitabındaki, 26. paragrafında Kürdistana “Gordyen” (Gord-Yurdu) demektedir.

Ammianus Marcellinus
Romalı Tarihçi Ammianus Marcellinus 325-330 yılları arasında Antakya’da doğmuştur.
Ölüm tarihi ise net olarak bilinmiyor fakat 391 yılına kadar yaşadığı biliniyor. Marcellinus 31 kitap yazmıştır, fakat 13 tanesi kaybolmuştur.
359 yılında Pers krallar kralı II. Sapor Romalıların elinde bulunan Amida’ya (Diyarbakır) yönelmişti. Korkunç bir kuşatma olmuştu. Romalılar, Sasanilerin dövdüğü surlarda yılmadan savunma halindeydiler. Fillerin kullanıldığı saldırı kısmında ise ateş topları ile püskürtme harekatına devam ediyorlardı. O sıralarda Diyarbakırda bulunan A.Marcellinus bizzat şahit olarak kanlı savaşları ve salgın hastalıkları anlatmıştır. Karadan saldırıya geçen kuşatmacılar surları delip şehre girmeye çalışırken, şehri savunanlar genelde sur üstünden savunmaya geçerlerdi. Sonunda Roma direnişi kırıldı. Altıncı yüzyılın sonlarında bu sefer sağlam Sasani savunmasındaki şehre Rumlar yöneldi. Gene klasik şekilde yerden saldırı, sur üstünden savunma tertibi gerçekleşiyordu. Kuşatmanın sessiz bir gecesinde, şaraptan ve uykudan lal haldeki Sasaniler, Rum fırtınasıyla uyandırıldılar. Rumlar şafakla şehre girdiler ve Amid tekrar Bizans hakimiyetine girmiş oldu.

Kuşatma sırasında Amid (Diyarbakır) şehrinde bulunan ve canını zor kurtaran A.Marcellinus Kürdistana “Korduen” (Kord Yurdu) demektedir.

Eutropius
Romalı tarihçi Eutropius (Flavius Eutropius) İstanbulda magister memoriae (üst düzey memur) olarak çalıştı. 361-363 yıllarında İmparator Julian’la birlikte İran’a (Persia) karşı sefere katıldı. Doğu Roma İmparatoru Valens (364–37 zamanında yaşayan Eutropius “Breviarium historiae Romanae (Abridgement of Roman History)” adlı 10 kitaplık tarih çalışmasını Valens’e adamıştır. Bu tarih kitabında Eutropius Kürtlerden bahsetmektedir. Roma dünyasının imparatoru Trajanus’un (Marcus Ulpius Trajanus Crinitus) 98-117 imparatorluk döneminde hakimiyetini ele geçerdiği ülkelerden biri olarakda Kürdistanı sayıyor.

Kitap VIII, 3: İngilizce metni: He recovered Armenia, which the Parthians had seized, putting to death Parthamasires who held the government of it. He gave a king to the Albani. He received into alliance the king of the Iberians, Sarmatians, Bosporani, Arabians, Osdroeni, and Colchians. He obtained the mastery over the Cordueni and Marcomedi, as well as over Anthemusia, an extensive region of Persia.

Tarihçilerin kullandığı Kard, Kord, Gord, Kirti, Kurti adları Kürt adıyla aynıdır.

Gorduene, Corduaie, Gordyeae, K(C)ardu-chi, Cordueni gibi adlar ise Kürdistan adıyla aynıdır.

M.Ö. 200 yıllarında Anadolu ve Kürt Krallıkları: Sophene, Gordyene, Mardia, Cortea, Komagene


Tarihçiler ve Kürtlerden bahsetme tarihleri:

M.Ö. 5. yy : Pacty (Bohti, Botan) (Herodot)

M.Ö. 4. yy : Kardukhi (Kürt-ler-ler), (Ksenefon)

M.Ö. 1. yy : Cordueni, Gordyene (Sallust ve Diodorus)

M.S. 1. yy : Cyrti, Gord, (Livy, Strabo)

M.S. 2. yy : Gordyeni, Cordueni (Plutarch ve Pliny)

M.S. 2. yy : Gordyene, Korduene (Ptolemy ve Dio Cassius)

M.S. 4. yy : Kardueni, Cardueni ("Petr. Patr." [?] , Sextus Ruf., Eutropius)

M.S. 5. yy : Cardueni, Corduena, Cordyena, Kardueni (Ammianus Marcelinus, Julius Honor., Zosimus).

İran Kaynakları

Behistun Yazıtları

Pers Kralı Darius, M.Ö 515 yıllarında Behistun yazıtlarında Zaza Kürtlerinden bahsetmektedir. Pers İmparatorluğunun hükümdarlığını yapan Pers Kralı I. Darius (Dara) M.Ö. 522-486 yılları arasında yaşamış olup Ortadoğunun birçok ülkesini egemenliği altına almıştır. Darius, M.Ö 515 yıllarında Behistun yazıtları olarak bilinen ünlü çivi yazısını hazırlatmıştır. Darius, yerden 100 metre yükseklikteki kayalıklara yazdığı Behistun yazıtlarında Pers tarihinden ve Feth ettiği ülkelerden bahsetmektedir. Behistun yazıtları üç dilde ayrı olarak yazılmıştır: Eski Farsça, Elamice ve Babilce.

Birinci sütunda Darius M.Ö 515 yıllarında Fırat nehrinin kenarında Zazana adında bir kasaba olduğunu yazmış. Bu kitabede, Dersim (Tunceli) ve Elazığ havalisi “Zazana” adı ile anılmaktadır. 

Sütununun ingilizce metni: 
[1.19] Says Darius the king: Afterwards I went to Babylon; when I had not reached Babylon - there (is) a town Zazana by name along the Euphrates - there this Nidintu-Bel who called himself Nebuchadrezzar went with his army against me to engage in battle; afterwards we engaged in battle; Auramazda bore me aid; by the grace of Auramazda the army of Nidintu-Bel I smote utterly; the enemy were driven into the water; the water bore them away; 2 days in the month Anamaka were in course - we thus engaged in battle

Kârnâmag î Ardaşir î Babagân
Kürtler’in isminin geçtiği büyük bir savaş; Sasani-Kürt Savaşı. Bu savaş Kârnâmag-î Ardaşîr î Babagân (Karnamey Ardeşêr Papakan) adlı yapıtta geçer. Kârnâmag î Ardaşir î Babagân (Papagın oğlu Ardaşirin Hikâyeleri) adlı kitapda Kürt Kralı Madîg ile Sasani Kralı Ardeşir arasında geçen bir savaş anlatılır (M.S. 226). Bu kitap Zerdüst imparatorundan kalan en eski Pehlevice yazılmış kayıttır.

Ardeşir (Ardaşir, Ardeşêr), Babag’ın oğludur, İranda M.S. 226-652 yılları arasında yaşamış Sasani devletinin kurucusudur. Sasan, Babag tarafından at ve büyükbaş hayvanlarına bakması için görevlendirilmiş bir çobandı ve Kral Darabın soyundandı. Babag, Kral Darae’nin oğlu Kral Darab’ın soyundan gelir. İşte İskender’in iblisi yönetimi sırasında Darab’ın soyundan gelenler Kürt Çobanlar ile birlikte yaşamışlardı (chapter 1.;1 to7). İşte Kürtler’in uzun süre koruduğu bu Ardeşir, Kral olur olmaz Kürt Kralı Madig’e saldırır. 

Sasani kralı Ardaşir çok sayıda asker ve Zavul’un kahramanlarını toplayarak Kürt Kralı Mâdîg’e (Shah-e Kurdan) karşı sefere hazırlandı. Çok büyük bir kapışmaya sahne olunan kavga çok kanlı geçer ve Ardaşir’in ordusu Kürtler tarafından sonunda yenilgiye uğratılır. Mâdîg’in ordusu övünerek: “Artık Ardaşir kaygısı olmaz, yenilgiyi aldıktan sonra Pars’a geri dönmüştür.”der. İlk karşılaşmada yenilen Ardeşir, bu arada 4000 kişilik ordu toplayarak Kürtlerin üzerinde bir harb hilesi ile gece baskını düzenler ve 1000 Kürt Askeri’ni kılıçtan geçirir, Kralı, ailesini ve yakınlarını esir alır. Bunda önemli olan 1) Milattan yüz-ikiyüz yıl sonrasına kadar da “Kürt Kralı” ibaresinin kullanılmasıdır. 2) Bu savaşın takriben Ermenistan yolu üstünde bir alanda cereyan etmesidir. 3) Madig’in Azerbaycan’da kral olmasıdır.

İngilizce metni: Afterwards he (viz., Ardashir), having collected many soldiers and heroes of Zavul, proceeded to battle against Mâdîg, the King of the Kurds. There was much fighting and bloodshed (in which) the army of Ardashir (finally) sustained a defeat The army of Madig boasted thus: "Now there should be no fear of Ardashir, as on account of his defeat he has returned to Pars. Meanwhile) Ardashir, having prepared an army of four thousand men, rushed upon them (viz., the Kurds), and surprised them with a night attack. He killed one thousand of the Kurds, (while) others were wounded and taken prisoners; and out of the Kurds (that were imprisoned) he sent to Pars their king with his sons, brothers, children, his abundant wealth and property.

II. Orta Çağda Kürtler

Moses Khorenatsi

Ermeni tarihinin babası olarak tanınan şöhretli Ermeni tarihçisi Moses Khorenatsi (410-490) “Ermenilerin Tarihi” (History of the Armenians, Robert W. Thomson çevirisi) adlı eserinde Kürdistandan bahsetmektedir. Partlar’ın, Ermenistan’a hakim olduklarında ülkeyi beyliklere bölerek yöneten “Korduats’i” (Korduk, Korçek) adını taşıyan eyalette de aynı adı taşıyan bir beylik oluşturduklarını yazmaktadır (a.g.e., s. 143, 178, 196, 209, 220-21). Bu sözcükler Ermenicede Kürdistan anlamına gelir. Khorenatsi’nin bu eserinin M.S. 5.-M.S. 8. yılları arasına ait olduğu sanılmaktadır. Böylece Partlar’ın hakimiyeti çağında ve erken ortaçağlarda da değişik şekiller altında Kürdistan adıyla karşılaşmaktayız.

Baladhuri
İslam tarihçisi Baladhuri (Ahmad ibn Yahya al-Baladhuri), batılı araştırmacıların tümünün esas aldığı güvenilir bir “vakainüvist” veya bir Arab tarihçisi idi. Ünlü İslam tarihçisi Baladhuri (...?-897), “Kitab futuh el-Buldan” (M.S. 851) adlı eserinde; 645 yılındaki Arap/İslam fetihlerini anarken, yerli kaynaklara da dayanarak, Arap ordusunun İslam Halifesi Omar zamanında başlayan İran istilası, Qadissiya Savaşından sonra bir çorap söküğü gibi giderken, Azerbaycan’ın Başkenti Ardavil (Ardabil) direniş kararı aldı. Bu bölge, o zamanlar nüfus bakımından neredeyse tamamen Kürtler’in hakimiyetindeydi. Fakat Araplar, Ardavil’in valisini kendileri tayin edeceklerdi. 

Al-Kufa’ya vali olarak tayin edilen al-Muğriba ibn Şu’ba, Halife ‘Umar’dan; Hudhaifa ibn-al-Yaman’a, Adharbaycan’a vali olarak tayin edildiğine dair bir mektup getirir. Bu vali Eyalet’in başkenti olan Hazar Denizi’nin yakınındaki Ardabil’e kadar ilerler. Fakat Eyalet valisi (o zamanki İran’da marzban deniyordu valiye) halk milisleri kurup bu haraççı yabancılara karşı müthiş bir direnişe geçti. Milisler tamamen Kürtlerden oluşuyorlardı. Uzun direnişlerden sonra yerli vali ile müstevliler arasında bir antlaşma imzalandı. Buna göre Adharbaycan’lılar Araplar’a 800.000 dirhem vergi ödeyeceklerdi. Buna karşılık Araplar hiç bir Kürd’ü esir almayacak, öldürmeyecek, Ateş Mabedleri’nden hiçbirini yakıp yıkmayacaktı. Kürtler danslarını (ki bunlar kısmen semah idi) serbestçe icra edecekti. Umar bu antlaşmadan memnun olmamış olacaktı ki al-Yaman’ı görevden aldı onun yerine as-Sulami’yi vali olarak atadı. Bu vali hemen bir bahane uydurdu ve halka saldırdı. Direnenleri ezdi, mallarını talan etti. Dördüncü Halife ’Ali ibn-abu-Talib (Hz Ali) ise bunu da beğenmedi. Bir yandan al-Aş’ath’ı bölge valisi olarak tayin ederken, öte yandan da bölgesel Başkent olan Ardabil’e bir kısım Arab’ı yerleştirerek halkı assimile etmeye çalıştı. Artık düzenli siciller tutuluyor, maaşlılar tayin ediliyordu. Ali’nin bu valisi Kürt insanının o zamanki kalbi olan Ardabil’de ilk camiyi inşa eden istilacı olarak tarihe geçecekti. Fakat Araplar’ın tüm gayretlerine rağmen, İbn Hawkal’ın, “Kıtâb ul masâlik wal mamâlik” adlı eserinde kaydettiği gibi; Hicri 4. asırda Azerbaycan’da hala sayısız ateş mabedi vardı.

Bunları “Kitab futuh el-Buldan adlı eserinde kaydeden Baladhuri Kürtlerin Araplar’a karşı koyup büyük direniş gösterip savaştıklarını yazmaktadır.

Arab İstilası’nın devamında, Tabari ve Baladhuri’ye göre, bu kez Habîb ibn Maslama şu anda gözeleri Ermenistan topraklarında bulunan “Nahr al-Akrâd =Kürdler’in Nehri”ni geçerek Dvin veya Dabib Ovası’na vardı (643 Hicri). Otoritelerin mesela Ermeni kaynağı; Faustus of Byzantium, III’ün bildirdiğine göre, ki güvenilir olarak kabul ediliyor, bu nehir günümüzün Garni Nehri’dir (Balâdhurî, sayfa. 200, Tabari, I, 2674).

Not: Ünlü Arap tarihçi Baladhuri 645 yılında Azerbaycanda bulunan Tebriz ve Ardabil şehirlerinde Kürtlerin yaşadığını ve şehirlerin Kürtlerin elinde olduğunu yazmış. Göç ve asimilasyonlar olmadan önce Güney Azerbaycan şehirleri Kürt bölgesiydi. Azeri denen halk daha sonraları oralara yerleştirilmiştir.

Tabari
Pers kökenli tarihçi Tabari (Abu Jafar Muhammad ibn Jarir at-Tabari) en büyük İslam tarihçilerden biri olarak tanınır. İran’ın Tabaristan bölgesinde 839 yıllarında doğan Tabari soyadını da buradan almıştır. Tabari, 915 yıllarında tamamladığı eserinde Kürt kralının Pers kralıyla yaptığı savaştan bahsetmektedir. Tabariye göre Sasani kralı Ardeşirle savaşan ve onu yenen Kürt kral Madig, Azerbaycan ,Doğu İran, Batı Kürdistan’a hakimdi. (El-Taberi, Tarikh el-Omem wal-Mulook (The History of Nations and Kings).
Arab İstilası’nın devamında, Tabari ve Baladhuri’ye göre, bu kez Habin ibn Maslama şu anda gözeleri Ermenistan topraklarında bulunan “Nahr al-Akrad=Kürdler’in Nehri”ni geçerek Dvin veya Dabib Ovası’na vardı (643 Hicri). Otoritelerin mesela Ermeni kaynağı; Faustus of Byzantium, III’ün bildirdiğine göre, ki güvenilir olarak kabul ediliyor, bu nehir günümüzün Garni Nehri’dir. Arab Coğrafyacı Muqadasi, (X. Yüzyıl’da), Hristiyanların Dvin’de predominant hale geldiklerini, fakat Kürtler’in şehri ellerinde tuttuklarını kaydeder (yadbituhu al-Akrâd).

Tabari bu sefer Kürt isyanlarından bahseder. 846 yılında İsfahan dağları cıvarlarında ve Farsda büyük bir Kürt isyanı patlak verir. Musul Kürtleride Misawir Bin Abdel Hamid önderliğinde 866 yılında Abbasilere karşı bu isyanda yerini alır. Aynı şekilde Kürtler, Basra’nın değişik bölgelerinde Zenj ihtilalinde, yine 850 yılında Yakoub Al Saffar’ın ihtilalinde, Kürt lider Mohammed Bin Abdallah Hazarmerdi’nin yüce önderliğinde kahramanca eylemlerde üstün bir şekilde görev alır. Kürt lider Mohammed Bin Abdallah Hazarmerdi isyanın ruhunu tam üç yıl parlak tuttu (Al Tabari – Cilt 11, Sayfalar 200-256).

Tabari, Kürtlerin müslüman işgaline karşı büyük direniş gösterdiğini, Perslerin Daragberd’e kapandığını ve müslümanların iki ay boyunca şehri kuşattığını ve Perslerin şehrin Kürtlerinden yardım istediğini, Kürtlerinde çoğunun yardıma geldiğini kaydetmiş.

Bu olayları kitaplarında kaydeden Tabari daha sonraları hayatının büyük çoğunluğunu öğretmenlik yaparak geçirdiği Irak’ın Bağdat şehrinde 923 yılında yaş***** yitirmiştir. 

İslamiyeti yayma adı altında Kürdistan şehirlerini işgal ve istila eden Arap orduları Kürt şehri Hamadan’a ulaşır ve 639-644 yıllarında Kürt aşiretlerinin önemli elementini oluşturduğu Sasani ordusu ile Arap ordusu arasında Nahavand muharebesi yapılır ve Sasani ordusu yenilgiye uğratılır. Arap orduları bu savaşı izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri yüzünden büyük gerilemeler yaşar. Yine Araplar, Şarezor’u ele geçirdiğinde Kürtler halife yönetimini red ediyor ve böylece ardı ardına Kürt isyanları başlıyordu. Bu isyanlarda Cafer Faracis liderliğindeki Musul Kürtleri 830 yılında Azarbeycan ve Ermenistan arasında kalan toprakları büyük bölümünü ele geçiriyor ve halifenin orduları Dasin dağlarında bozguna uğratıyordu. Fakat Kürtler İsfahan, Cebel ve Farsta yenilgiye uğratılıyor ve Kürtlerin büyük bölümüne islamiyet kabul ettiriliyordu. 

Ve Kürtler islami fetihler tarihine damgasını büyük engeller oluşturarak vuruyordu.

Kürtler;

• 645, 659 ve 666 yıllarında iki kez Ahwaz ve Farsda ayaklanır,
• 685, 702 ve 708 yıllarında Emevilere karşı ayaklanır,
• 840, 846 ve 866 yıllarında Misawir Bin Abdel Hamid önderliğinde Abbasilere karşı ayaklanır,
• 846 yıllarında İsfahan ve Farsda ayaklanır,
• 869-883 yılları arasında ise Musul şehrini ele geçirir,
• 875 yıllarında Ya'qub al Saffar isyanına destek verir.

Firdowsi
935 yıllarında İran’ın horsadan şehrinde doğan ve 1026’da ölen ünlü Fars roman şairi Firdowsi (Hakim Abu al-Qasim Firdowsi), “Şahname” (Shahnama) adlı ünlü eserinde Kürt-Sasani savaşından bahsetmektedir. Ünlü Fars şair Firdevsi (Ferdowsi, Firdausi, Ferdosi, Ferdusi) 1010 yılında tamamladığı eserinde M.S. 226 yılında Kürt Kral Madîg ile Sasani Kralı Ardeşir I. arasında geçen bir savaşı nakleder (Shahnama, Volume 6, Chapters 61,71,72).

Şeref Han, Şahnamede Harran’ın kahraman karakteri olarak adı geçen ünlü Rüstem bin Zal’in (yani Zal oğlu Rüstem) Firdevsi’nin Şahnamesi’nde ona Rüstem-i Kürd denildiğini aktarır.

Thomas Artsruni
9/10. yüzyılları arasında yaşayan Ermeni tarihçisi Thomas Artsruni’nin eserinde “Korduk” (Kürdistan) adına rastlamaktayız. Thomas Artsruni’nin aktardığı bir rivayette Hz. Nuh’un gemisinin dünyanın ortası olarak tanımlanan “Korduk Dağları”nda karaya oturduğu söylenmektedir. Artsruni’nin aktardığı bu rivayet çevirenin notuna göre Eusebius’un Chronicle’sinde de mevcuttur.

Thomas Artsruninin aktardığı başka bir rivayete veya kendisinin açıklamasına göre Zaza adı Zaza bölgesine üvey kardeşi Esarhaddon tarafından M.Ö. 681 yıllarında mahlup edildikten sonra yerleşen Asur Kralı Sennacherib’in oğlu Sanasar’ın adından geliyor (Bknz, Thomas Artsruni, History of the House of the Artsrunik, Robert W. Thomson çevirisi, Detroit, sayfa 81, 1985).

Ibn Hawqal
Ibn Hawqal (Mohammed Abul-Kassem ibn Hawqal) 10. yüzyılın en büyük İslamik yazarı, coğrafyacısı ve kronikcilerindendi (günlükcü, vakainüvist). 943-969 yılları arasında seyahat eden Hawkal; Nusaybinde doğmuş ve Bağdatda yaş***** yitirmiştir. Hayatının otuz yılını Asya ve Afrikanın farklı yerlerine seyahat ederek geçiren Hawkal 977 yılında “Surat al-Ardh” (Dünyanın yüzü) adlı ünlü kitabını tamamlamıştır. Gezip gördüğü yerleri kaleme alan yazar Kürtler hakkında da bilgiler sunmaktadır. Hawqal, Doğu Kürdistanın Şarezor ve Zanjan şehirlerinin arasında olan Suhrawardin nüfusunun büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğunu yazmış. “Almasalik Wal Mamalik” adlı kitabında Erbil ve Dohuk şehirlerinden Kürt şehirleri diye bahseder. İbn Hawqal (İbni Hewqeli) yazdıĝı gezi notlarında “Fars ülkesindeki 32 Kürd aşiretinden” söz ediyor ve hepsinin isimlerini aktarıyor. Ibn Hawqal haritada “Kürt beldeleri” (Kurdish resorts) diye yazan ilk coğrafyacılardandır.

Kaşgarlı Mahmut

Kaşgarlı Mahmut, 1008'de Doğu Türkistan'ın Kaşgâr şehrinde dünyaya gelmiştir. Medreselerde tahsil gördükten sonra kendisini Türk dili tetkikatına vakfetmiştir. Bu amaçla Orta Asya'yı boydan boya kat ederek Anadolu'ya oradan da Bağdat'a gitmiş, Divânü Lügati't-Türk, Kaşgârlı Mahmut tarafından 25 Ocak 1072'de yazmaya başlanmış ve 10 Şubat 1074’te bitirilmiştir. Kitabın asıl nüshası bu gün Ayasofya Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Kitabın Uygurca çevirisi ancak 1978'de yapılabilmiştir. Mahmut, Kaşgar'a dönmüş ve 1105'de vefat etmiştir.

Kaşgarlı Mahmut'un 1074'te yaptığı haritada Kürtlerin ülkesi Arapça olarak “Erdu'l-Ekrad” diye kaydedilmiştir ki bu “Kürtlerin Memleketi” anlamına gelir. Fakat en azından Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Kürtlerin ülkesi için Kürdistan adının kullanıldığını biliniyor.

Yaqut al-Hamawi
Ünlü Suriyeli Arap coğrafyacı Yaqut al-Hamawi 1179-1229 yılları arasında yaşamıştır. Aynı zamanda tarihçi, etnografist ve coğrafyacı olan Yakut'un “Mujam al-Buldan” adlı eseri coğrafik sözlük olup, tarihsel, biyografik ve kültürel bilgiler içermektedir. 

Coğrafyacı Yaqut al-Hamawi eserinde şu an İran ve Irak arasında yaşayan Feyli Kürtleri olarak bilinen halkdan bahseder: “Feyliler, İran ve Irakı ayıran dağlar arasında yaşarlar. Üstelik fil kadar büyüktürler” diye yazmış.

Kürdistanın Şarezor bölgesini, batısında Erbil, doğusunda Hamadan arasında kalan ve bir çok şehri ve kasabayı kapsayan yer diye tanımlar. Bu bölge de yaşayan halk içinde “Hepsi Kürtdü” der ve Sultan’a karşı iskankar olduklarını ve kendi bölgelerini yönettiklerini aktarır.

Yaqut al Hamawi 12. yüzyılda Kürt Krallığı Sophene’nin başkenti Arsamosata kentinin %25’inin Ermeniler tarafından meskun tutulmuş olduğunu yazmıştır. Buradan yola çıkarak geriye kalan 70-75%’ininde Zaza Kürtleri tarafından mesken tutulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanısıra Ermeni krallarının Ermeni asimilasyonuda hesaba katıldığında; ilk kurulduğu yıllarda Kürt kenti olduğu da söylenebilir.

Marco Polo

1254-1324 yılları arasında Venedikte doğmuş ve ölmüş olan ünlü İtalyan gezgin Marco Polo, Batıdan, Uzakdoğuya kadar seyahat etmiş ilk batılı olmuştur. Yaptığı seyahat, Batı dünyasının Doğu ve Uzakdoğu ile ilk gerçek tanışmasıdır. Dünyada ilk “dünya turu” yapan kişi olarak tanınan Polo; Ortaçağ’ın en büyük gezginlerindendir. Polo, Büyük Cengiz Han’ın torunu olan Moğol kağanı Kubilay Han'ın sarayını ziyaret etmiş ve daha sonra da onun emrinde 17 yıl çalışmıştır. Deniz yolculuğuyla İtalyadan; Akdenize, ordan Ortadoğuya geçmiş. Sonra İranın güneydoğusundan; Çin’in, Beijing şehrine ulaşmış. Daha sonra Vietnam, Sumatraya, Sri Lanka, Hindistana geçmiş. Geri dönerken İran, Karadeniz ve son olarakda Akdenizi geçip İtalyanın Venedik şehrine 1295’de geri dönmüş. Polo'nun yolculuğunu anlattığı kitabı yüzyıllar boyunca Avrupalıları aydınlatmıştı. 

Marco Polo, Çin’e giderken Musul’da Kürtlerle tanışmış. Ünlü gezgin, Kürtler ve Kürdistan hakkında öğrendiği değerli bilgilerini kitabında aktarmaktadır. 1272’de Marco Polo “Musul Krallığı” adlı bölümde şöyle yazmıştır: Musul’un dağlık bölgelerinde “KÜRDLER” adında bir kavim vardır. Bazıları Hiristiyan olup Jacobit ve Nasturi mezhebine mensuplar ve diğerleri Muhammadandır (Müslüman). Ama fena bir jenerasyondurlar; tüccarları yağmalamaktan keyif alıyorlar.

Bu eyalete (Musul) yakın olan Muş ve Mardinde Kürtlerin çok kaliteli pamuk ipliği ürettiklerini ve bunlardan bir çok elbise ve kumaş ürettiklerini yazmış. İnsanların esnaf, zanaatçı ve tüccar olduklarını ve Tartar kralına tabi olduklarını yazmış (Seyahatlar, I.vi).

İngilizce metni: Volume I, Chapter V: There is yet another race of people who inhabit the mountains in that quarter and are called CURDS. Some of them are Christians, and some of them are Saracens; but they are an evil generation, whose delight is to plunder merchants. [Near this province is another called MUS and MERDIN, producing an immense quantity of cotton, from which they make a great deal of buckram and other cloth. The people are craftsmen and traders, and all are subject to the Tartar King.

Polo bu sefer Persia’nın büyük bir ülke olduğunu ve içinde sekiz krallık barındırdığını yazmış. Bu krallıklar arasında “Kürdistan” adınıda saymaktakdır.

İngilizce metni: Volume I, Chapter XV: Now you must know that Persia is very great country, and it contains eight kingdoms. I will tell you the names of all. The first kingdom is that at the beginning of Persia and it is called CASVIN; the second is further to the south, and is called CURDISTAN; the third is LOR; the fourth SUOLSTAN, the fifth ISTANID; the sixth SERAZY; the seventh SONCARA; the eigth TUNOCAIN which is at the further extremity of Persia. 

Hamdullah Al-Mustaufi Al-Qazwini
İranlı İslami yazar Hamdullah Al-Mustaufi Al-Qazwini, Tahran, Kazvin'de doğarak yine aynı yerde 1340'da ölmüştür. Hamdullah Al-Mustaufi Al-Qazwini kozmografya ile coğrafyaya meraklı bir bilgin olarak derlediği Nuzhat al-Qulub (Nezhetü'l Kulub) başlıklı Farsça eserini 740 (1339-1340) yılında tamamlamıştır. Çeşitli kaynaklardan toplanan bilgiler ile meydana getirdiği “Nuzhat al-Qulub” (Kalbin Gezisi) adlı eserinde Kürdistandan ve Kürdistan’ın 16 eyalete ayrıldığınından bahsetmektedir. 

Kanûnî Sultan Süleyman
Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495’de Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın Frençe kralına yazdığı mektupta “Kürdistan” kelimesini kullanmaktadır.

Kanûnî, azamet ve haşmetini ifade eden şu mektubunu, Fransa Kralı I. Faransuvaya yazmıştı : Ben ki, Akdenizin ve Karadenizin ve Rumelinin ve Anadolunun ve Karaman ve Rumun ve Dulkadir Vilayetinin ve Diyarbekirin ve Kürdistanın ve Azerbaycanın ve Acemin ve Şam ve Halebin ve Mısırın ve Mekkenin ve Medinenin ve Kudüsün ve bütün Arap diyarının ve Yemenin ve ecdadımın fethettikleri daha birçok diyarın Sultanı ve Padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Hanım; sen ki Frençe Vilayetinin kralı Françeskosun...

İdris-i Bitlisî
15. yüzyıl Osmanlı âlim ve devlet adamlarından İdris-i Bitlisî adından da anlaşılabileceği gibi Bitlis’te doğdu, fakat doğum târihi belli değildir. İdris-i Bitlisî’nin babası soylu Kürt ailelerinden Alim ve Mevlânâ Şeyh Hüsâmeddîn Ali Bitlisî’ydi. Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın dîvânında uzun zaman nişancılık (Padişah divanı üyeliği) yaptı. Şah İsmail, Tebriz’i fethederek Akkoyunlu devletini yıkınca İdris de Osmanlı Sultanı İkinci Beyazıd Han tarafından İstanbul’a dâvet edildi. İdrisi, Osmanlı ülkesine gidip İstanbul’da II. 
Beyazıd’la görüştü. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterip ona önemli vazifeler verdi. Arap ve Acem kazaskerliğine tâyin etti (Osmanlı döneminde mahkemelerin en yetkilisi) ve ondan bir Osmanlı târihi yazmasını istedi. O da bu emir gerçekleştirerek 80.000 beyitlik Heşt-Behişt (Sekiz Cennet) adında Farsça bir eser sunar. İdris, Osmanlı’nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı ünlü eserini yazarak Sultan’a sundu.

Büyük Alim Şeyh İdrisi Bitlisi Heşt Bihişt adlı kitabında şöyle der:
“Tebriz’in fethinden dönüşümüzde Yavuz Sultan Selim bana, Kürdistan’ın çeşitli yerlerindeki Kürd beyleri ve emirleri ile görüşmemi ve onların hepsine, Osmanlı bayraĝı altında, Osmanlı hükumetine boyun eĝmelerini söylememi emretti. Bu sıralarda Kürdistan; Tebriz yakınlarından Malatya’ya kadar, güneyde Musul’a kadar yayılıyordu. Ancak bu yoldaki çalışmalarımız istenilen sonuca ulaşamadı.”

Yaşadığı asrın ileri gelen âlimlerinden olan İdris-i Bitlisî’nin sohbetlerine pâdişâhlar, devlet ileri gelenleri büyük ilgi gösterirlerdi. Bir müddet Yavuz Sultan Selim Hanın sohbet arkadaşlığını yaptı. 1520 (H.926) senesinde Yavuz Sultan Selim’in vefât ettiği sene vefât etti.

Nicolas de Nicolay
Nicolas de Nicolay 1517-1583 yılları arasında yaşamış Fransız gezgini, haritacı ve polis şefidir. Avrupaya bir çok geziler yapan Nicolas de Nicolay Fransız Kralı Henri II tarafından saray coğrafyacısı olarak atanıp Türkiyeye yollanır ve 1558’de Anaodolu gezisini tamamlar. Seyahatlarından birinde Ermenistandan bahseder. Ermenistanın Asya’da bir bölgede olduğunu ve bu bölgede Ararat (Ağrı) dağının olduğunu anlatır. Ararat dağının diğer bir adıyla Gordian dağı olduğunu yazar. Hz. Nuh’un gemisinin de bu dağın tepesinde yattığını söyler (Nicolas de Nicolay, 1558, The Nauigations into Turkie, s. 134).

Şeref Han
Bitlis Kürt Hükümdarı, tarihçi, yönetici, yazar ve araştırmacı Şeref Han tarafından 1597 tarihinde Farsça olarak yazılmış olan Şerefname, bir Kürt tarafından Kürt tarihi hakkında yazılmış en eski eserdir. Şeref Han (Şeref-Xan), Şemseddin Han'ın oğlu ve Osmanlılarla 1514'te ittifak andlaşmasını imzalıyan ünlü Şeref Han'ın torunudur. 

Beş bölümden oluşan bu dev eserin giriş bölümü; 

*Kürt toplulukları ve durumlarının açıklanması hakında, 

*Birinci Safha; Kürdistan’ın Saltanat bayrağını bağımsız olarak yükselten ve tarihçiler tarafından sultanlar ve krallar arasına dahil edilen hükümdarlar hakkında, 

*İkinci Safha; Saltanat ve bağımsızlık iddiasında bulunmamakla birlikte bazen kendi adlarına hutbe okutmuş ve para bastırmış Kürdistan hükümdarları hakkında, 

*Üçüncü Safha; Kürdistan’ın diğer beyleri ve hükümdarları hakkında, 

*Dördüncü Safha ise; Bitlis Hükümdarları hakkındadır.

Bitlis hükümdarlarının ünvanları “Emir” veya “Hakim” olarak geçer Şerefname yazarı Bitlis Emiri Şerefhan’a göre, Kürdistan adının bu bölgeye verilmesi çok eski zamanlara dayanır ve Dersim ile yöresini kapsar.

1576'da Kürtlerin ilk tarihini yazan Şeref Han'a göre de Eyyubiler bir Kürt devletidir.
Kürt-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; “-Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler” demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da Beylerbeyi (Mirimiran) oldu fakat çok erken gitti ve bundan sonra “Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne” Makedonlu komutanlar gelmeye başladı.

Evliya Çelebi
Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul doğdu. Osmanlı gezgini Evliya Çelebi (Derviş Mehmed Zilli) 1640’lardan başlayarak 50 yılı kapsayan süre içinde seyyah olarak dolaşmış ve gezdiği yerlerde toplumların yaşam tarzlarını ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapıp bu bilgileri eserinde aktarmıştır. Eseri 10 ciltlik Seyahatnamedir. 1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.

Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesin de Kürdistanı anlatırken şöyle diyor; “Kürdistan; Van, Hakkari, Erzurum, Diyarbekir, Cizire, İmadiye, Musul (Kerkük te bu vilatyete bağlıydı o dönemde), Şarezor ve Ardelan’dan Bağdat’a kadar uzanmaktadır.”

Evliya Çelebi, Erzurumdaki Hınıs kalesi’ni anlatırken; “Bu kalenin içinde bin iki yüz hane Kürt oturur”demektedir.

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Kürtçeden ve Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farsça, İbranice ve Dericeden ayrı olduğunu vurgular. Kürt kültürünün en gelişdiği şehrin ise Diyar-i bekir olduğunu yazmış. Seyahatnamesine, Kürtçe bir kaç şiirde eklemiş.


Yakın Çağda Kürtler

Kürt tarihi dünyadaki en eski tarihlerdendir.

Not: Bu çalışma Tirigan’a aittir. Yazarın adı kaynak gösterilemezse yayınlanamaz.


Kaynakça

Bender Cemşid; Kürt Tarihi ve uygarlığı, İstanbul, 1992,
Cyril Toumanoff , Studies In Christian Caucasian History, 1963,
G.R. Driver in JRAS 1923, "The Name Kurd and its Philological Connections,
Nicholas Adontz, Armenia In The Period Of Justınıan, 1970,
Evliya Çelebi, Seyahatname,
Moses Khorenatsi, History Of The Armenians, Robert W. Thomson çevirisi,
Speiser 1930: "Mesopotamian Origins, The Basic Population of the Near East,” by 
Şeref Han, Şerefname, 1597, M. E. Bozarslan çevirisi,
Thomas Artsruni, History Of The House Of The Artsrunik, R. W. Thomson çevirisi, 1985
E.A.Speiser, Philadelphia/ London. p.101 f.: Elucidates the Indo-European origin of Gutians,
Honigman 2003: "Just Imagine..." By Gerald A. Honigman, Israel Hasbara Committee leaflet, 27,
Jensen 1996: "History of Turkish Occupation of Northern Kurdistan," Eric Jensen, Poli. Sci. (Third World Politics),
Howorth 1901: "The Early History of Babylonia", Henry H. Howorth, The English Historical Review, Vol. 16, No. 61 (Jan. 1901), p.1-34,

Sümerce Sözlük

Ksenefonun bütün kitapları

*.html Strabo: The Geography, MÖ 30 yılları, Chapter 1-Paragraf 21-24

*.html Strabo, Adiabene

*.html Cassius Dio: Roman History, Epitome of Book LXVIII, 26 paragraf, yıl 200

Herodot

*.html Polybius, V, 52.

Livy's History of Rome: Book 42

Livy, History of Rome, (Latince)

Pliny, VI, 9(9), 12 (11), 17 (14), Gordyaei (Kürdistan)

Pliny the Elder (1)

Eutropius

Eutropius, Abridgment of Roman History / Historiae Romanae Breviarium – Cordueni

Ptolemy, Cyrti (Kurti), XXXVII, 40

Ptolemy, Cyrti

Roma imparatoru Trajan

*.html Plutarch, Paralel Hayatlar

Plutarch

Ermeniler Trakya bölgesinden doğu Anadoluya göçmüşler

Ermenice Balkan kökenli

Xenophon Anabasis or March up Country

Korduene Krallığı

Adiabene, Pliny, VI, 10, 16

Kârnâmag î Ardashîr î Babagân

Arap Fetihleri ve Kürtler

Kaşgarlı Mahmut

Marco Polo, Volume 1, Sayfa19


Şerefname

Evliya Çelebi, Seyahatname

Exploring Kurdish Origins

Kürtlerin orijini

Komagene Krallığı

Gutiler

Gutiler

Mitanniler

Dipnot: adlarıyla başlayan siteler public domaindir.
adlı sitede yayın hakkı kamuya izin vermektedir


Blogger Tricks